İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Paris büyükelçimiz Ermeni olsaydı…

Ali H. Aslan

İlk Türkçe roman ‘Akabi Hikayesi’ 19. yüzyılın ortalarında Ermeni Vartan Paşa tarafından yazılarak Ermeni harfleri ile basılmış. Kaderin cilvesine bakınız ki, Türk edebiyatına gelen ilk Nobel’de de bir Ermeni unsuru bulunuyor.
Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu Ermenilerinin başına gelenleri resmi tarih söyleminden farklı ifade ederek milli öfkeye maruz kalan başarılı romancımız Orhan Pamuk, bu prestijli ödülün sahibi oluyor…

Dünya elitinin dikkatle takip ettiği Nobel ödülünün bir Türk’e verilmesinin normalde Türkiye’nin tanıtımına olumlu etki yapması beklenir. Ancak maalesef 301. madde gibi ifade özgürlüğüne aykırı bazı çağ dışı hukuk uygulamalarımızla adının Ermeni sorunuyla özdeşleşmesine katkıda bulunduğumuz bir yazarın Nobel’i kazanması, Türk diplomasisine yeni zorluklar çıkaracağa benziyor.

Nobel komitesinin tercihini siyasi sebeplere bağlayanlar çok. Fransız Meclisi’nin ifade özgürlüğünü hiçe sayarak sözde Ermeni soykırımı aleyhindeki görüşleri yasaklama gayretine de öfkeliyiz. Ne var ki, dünya entelijansiyasını giderek daha fazla arkasına alarak Türkiye’ye üst üste hezimetler yaşatan intikamcı Ermenilerle baş edemediğimiz ortada. Uluslararası camiada nereye gitsek karşımıza bir ‘Ermeni soykırımı’ hortlağı çıkarılıyor. Amerikan Kongresi’ndeki ataklar şimdiye kadar savuşturuldu; ama aslında virüs orayı da çoktan ele geçirmiş durumda. Türk-Amerikan ilişkilerinde bağışıklık sisteminin zayıfladığı dönemlerde kuluçkadan çıkıyor. Bu gidişle eninde sonunda bir gün emeline kavuşacaktır.

Muasırlarına göre azınlıklarına çok daha medenice muamele etmiş Osmanlı’nın torunu olarak, Batı’da tarihimizin tartışmalı yönlerinin nazara verilmesi kanıma dokunuyor. Öte yandan, işin bu noktaya gelmesinde bizim ihmallerimizin de büyük payı olduğuna inanıyor ve hayıflanıyorum.

Keşke Osmanlı’nın son döneminde bazı gayrimüslim vatandaşlarımızın emperyalistler tarafından istismarına engel olabilecek makul tedbirler alabilseymişiz. Keşke ulus devlet modeline geçişimizi çokkültürlü, çokdinli, çoketnisiteli yapımızı daha iyi koruyarak gerçekleştirebilseymişiz. İmparatorluğun dağılmasından sonra yurtdışında oluşan özellikle Ermeni ve Rum Osmanlı diasporasının Türkiye ile bağlarını canlı tutup bu kadar yabancılaştırmasaymışız. Emperyalistlerin toprak vaatlerine kanıp Müslüman kardeşlerine zulmedenlere bile zaman içinde affedilme ve anavatanlarına dönme kapısını açık tutabilseymişiz. Belki bu yolla şimdilerde Türkiye’nin enerjisini tüketen ve önünü tıkayan birçok mazarrat daha doğmadan mezara gömülebilirdi.

Osmanlı, Belçika’ya, İtalya’ya, İngiltere’ye Ermeni vatandaşlarımızı büyükelçi yapmıştı. Düşünüyorum da, acaba şimdiki Paris büyükelçimiz de Ermeni olsaydı, Fransız Meclisi bize bu kadar kolay hakaret edebilir miydi? On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Ermeni vatandaşlarımızdan 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos-konsolos ve 41 üst düzey bürokrat atanmış. Modern Türkiye olarak bunun çok az bir kısmını bile yapsaydık, Ermeni soykırımı tezlerine kim itibar ederdi?

Fakat nerede? Asırlık sabıka kayıtlarını hâlâ silmediğimiz Ermeni ve Rumlar şöyle dursun, Osmanlı’daki müspet imajlarını Cumhuriyet döneminde genelde sürdüren Yahudiler dahi bugün Türk bürokrasisinde açıktan görev almakta zorlanıyor. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Paşa aleyhinde Yahudi olduğu iddiasıyla çirkin bir kampanya yürütülmüştü. İddianın doğru olup olmadığını bilmiyorum. Tut ki doğru; bu vatana, bayrağa ve millete sadık kaldığı sürece devlet adamlarımızın dinî tercihleri ve etnik kökeni neden sorun olsun?

Haddizatında, gayrimüslim ve gayri Türk unsurların kendilerini serbestçe ifade etmeleri, bürokrasi dahil hayatın her alanında gerçek kültürel kimliklerini rahatça ortaya koyabilmeleri, ülkemizin hem iç barışına hem de uluslararası konumuna büyük katkıda bulunacaktır. Açıktan ‘Ben Yahudi’yim, ben Ermeni’yim, ben Rum’um, ben Alevi’yim, ben Kürt’üm, ben dindar Sünni’yim’ diyenler özellikle bürokratik kariyerlerde ciddi engellerle karşılaşabiliyor. Onların da çoğu savunma güdüsüyle kendilerini gizleyerek tehdit gördüklerine çelme atabiliyor. Ülkemizi dünyaya istikrarsız gösteren iç siyasi kavgalarımızın temelinde aslında bu tür didişmeler yatıyor. Türkiye Cumhuriyeti, milletin farklı unsurlarının gerçek kimliklerini ortaya koymaktan çekindiği bir çeşit ‘takiyye cumhuriyeti’ olmaktan kurtarılmalı. Hukuk sistemimiz, kendini dürüstçe ifade etmek isteyenleri caydırmak ve cezalandırmaktansa, onlara daha fazla güven vermeli.

Etnik ve dinî farklılıklarımız, özellikle dış politikada zayıf karnımız olmaktan çıkarılıp avantaja dönüştürülebilir. Mesela Lübnan’a asker gönderiyoruz. Başında neden Arap kökenli olduğunu rahatça ifade edebilen ve Arapça konuşabilen bir komutanımız olmasın? Bakınız ABD, etnik, dini ve dil çeşitliliğini global siyasetinde değerlendirmeye çalışıyor. Irak’taki büyükelçileri de (Zalmay Khalilzad), bir numaralı komutanları da (General John Abizaid) Arap kökenli.

Bölgesindeki tüm kültürel renkleri bünyesinde barındıran Türkiye, beşeri mirasına saygı duymayı, korumayı ve değerlendirmeyi bilirse, toplumsal ve bölgesel barışa daha kolay kavuşmaz mıyız? Muasır medeniyet ve AB üyeliği hedefine daha çabuk ulaşmaz mıyız? Daha modern, daha güçlü bir ülke olmaz mıyız? Hasımlarımız en büyük kozlarını kaybetmez mi?..

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=436492

Yorumlar kapatıldı.