İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tarihi unutmanın dayanılmaz hafifliği

Türkiye, Ermeni sorunuyla daha erken yüzleşmeliydi belki ama Fransa’nın çıkarmaya uğraştığı yasa tam bir cehalet ve kendi kendini tatmin örneği. Sömürgecilik tarihini öven yasalar çıkaran Fransa, bir yandan da Türkiye’yle birçok ortak özelliğe sahip. Tarih ne kadar çabuk unutuluyor

Fiachra Gibbons

Çocukluğunu doğru düzgün bir televizyon sinyalinin erişemediği taşra vilayetlerinde geçirenlerin eğlencesi, iki çiftlik hayvanını biri bayılıp kalıncaya dek birbirine toslattırırken karşılarına geçip seyretmekten ibaretti. Genellikle Türk eşekle Fransız katırın tıpkı bugün Ermeni soykırımı, Fransız sömürgeciliğinde işlenmiş suçların tamamı, türban, Fransızların Muhammed üzerine karalanmış ne kadar karikatür varsa hepsini tek tek yayımlamak liberal vazifeleriymiş gibi bir ısrar içine girmesi ve etrafta başka sinir bozucu ne konu varsa tümü üzerine yaptığı gibi,

iki genç boğa birbirinin üstüne çullanırdı. Biraz daha aptal hayvan türleri bu kavgayı saatlerce sürdürebilirdi.

Bu pek sefil bir spor, söz konusu hayvanların mantık geliştirme kapasitesinin pek yüksek olmadığını da unutmayalım. Bu durum, yaşanan siyasi testosteron boşalmasında, geçen yüzyılın unutulmuş en büyük trajedilerinden birinin, yani günümüz Türkiye’sinin doğusunda bir milyon civarında Ermeni’nin katlinin, ki kimileri soykırım diyor, bahane olarak kullanılmasını daha da can sıkıcı kılıyor. Hitler kendi Yahudi soykırımına başlamadan önce “Ermenileri kim hatırlıyor ki?” diye sormuştu. Ne yazık ki Fransa’da bile pek hatırlayan yoktu.

Türkiye 1915-1917 arasında yapılanları daima topyekûn ve isterikçe inkâr etmiş, Anadolu’nun en eski halklarından birinin aniden ortadan kaybolmasını izah edebilmek için hepsi birbirinden çılgın bir sürü teoriyi peş peşe sıralayıp durmuştur. Osmanlı İmparatorluğu sayısız işgal ve ayaklanma arasında çökerken Ermeni asilerin de katliamlar yaptığı, açlık, karmaşa ve toprak kapmaya çalışan Kürt çetelerin de olanlarda rol oynadığı doğrudur. Evlatlıkları arasında o ölümcül ve mecburi yürüyüşten sağ çıkmış bir Ermeni kızı da bulunan Atatürk gerçekle yüzleşmeye cesaret etmeliydi, ama hiçbir zaman edemedi. Kim bilir belki de kendisi Gelibolu’da İngilizlerle savaşırken, meslektaşlarının verdiği emirden utanıyordu. Eski Britanya Başbakanı Winston Churchill’in Ermenileri isyana teşvik ettiğini de unutmayalım, Çanakkale’deki zavallı İngiliz askerlerinden bir kısmını kendilerine yönlendireceği gibi muallak vaatlerde bulunmuştu.

Gelgelelim Türkiye’de Ermeni olayının adının bile anılmasını önleyen tabu, son dört yıldır başını Orhan Pamuk’un çektiği zeki ve cesur insanlarca kırılmaya başladı. Orhan Pamuk bir milyon Ermeni’nin öldüğünü iddia edince hakkında ‘Türklüğe hakaretten’ dava açıldı. O dönemde kendisini linç etmek isteyen Türk milliyetçilerin, bugün kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü’nü kutlaması ne tuhaf… Pamuk’un ifade özgürlüğünden dün, soykırım sözcüğünün kullanılmasını sorgulayan herkesi bir sene içeri attıracak bir yasa tasarısını oylayan Fransız parlamenterler de bahsetti. Tüm Türk liberaller gibi Pamuk’un da bu yasayı kınadığından hiçbirinin haberi yok gibiydi. Ermeni seçmen kitlesinin oylarını kapma çabasıyla meşgullerdi tabii, ama Parisli seçkinler kendi varoşlarından bile öylesine habersiz ki, oralardaki Türk azınlığın boyutunu idrak edemediler.

Kaç kişi ettiklerini saymak yasadışı tabii, ne de olsa resmen herkes ‘Fransız’.

Geçen sene de öğretmenleri, göçmen mahallelerindeki çocuklara sömürgeciliğin faydalarını öğretmeye zorlayan bir yasa tasarısını oylayan Fransızların Ermeni konusunda şu anda harekete geçmesi, derin bir cehaleti ve kendi kendini tatmin etme isteğini ortaya koyuyor.

Fransa’da birçok kişi bunu tarihe dair bir kavga gibi değil de Doğu’yla Batı, İslam’la liberal değerler arasındaki farklılıklara işaret etmek ve Avrupa’nın bittiği yere bir çizgi çekmek için yeni bir bahane gibi görüyor. Türkiye’nin AB üyeliğine en şiddetle karşı çıkan ülke Fransa. Fransa’da öyle bir ortam var ki, bir öğretmen Le Figaro’da Müslümanlara karşı zehir zemberek bir yazı yazdı diye ifade özgürlüğünün kahramanı ilan edildi. O yazıyı başka hangi ülkede yazsa yargılanırdı.

Türkiye’yle Fransa, en azından şu anda Paris’ten bakıldığında uzlaşmaları mümkün olmayacak kadar zıt iki kutup ve ‘medeniyetler çatışması’nın tezahürü gibi görünüyor. Aslında hık demiş birbirlerinin burnundan düşmüşler, hatta birçok açıdan Avrupa’nın birbirine en çok benzeyen iki ülkesini oluşturuyorlar. İkisi de fanatik denecek kadar laik, çökmekten Napolyon ve Atatürk gibi askerler tarafından kurtarılmış cumhuriyetler. İkisi de okullarda türbanı yasaklıyor, ikisi de genelde halka uzak duran seçkinlerce yönetiliyor. İkisi de büyük imparatorluklar kaybetmiş ama onunla birlikte gelen zihniyeti sürdürüyor ve sürekli, dünyanın bütün ülkelerinin kendilerinin eli kulağında refahını baltalamaya çalıştığından emin halde yaşıyor.

Napolyon döneminden kalma ayaklanma korkusundan kurtulamamış Fransızlar bu korkularını adından başka bir şeyi Müslüman olmayan çocuklara yönlendirirken, Türk askeri laik kesimlerse her türlü dini inanç ifadesini irtica habercisi olarak yorumluyor. Avrupa’ya girmek onlar için, bir nesilde üç kez dayattıkları demir kıskacın gevşetilmesi demek. Bu nedenle Ankara kışlalarında birçokları, Türkiye’nin dünyanın en uygar uluslarının masasına kabul edilmeden önce tam ve dürüstçe günah çıkarmasını ve bir kez daha ‘kendini küçük düşürmesi’ni istemek için Fransız liderler Nicolas Sarkozy ile Segolene Royal’in yarıştığını gördükçe memnuniyet duyuyor.

Avrupa’nın kapalı bir Hıristiyan kulübü olduğu gerçeğinin tasdiki, Türkiye’deki İslamcı milliyetçilerin işine geliyor. Bu kesimin içinde bir gün kendini çokkültürlülük avukatı ilan edip, ertesi gün eski moda bir yabancı düşmanı Türk kılığına bürünen Başbakan Erdoğan da var mı yok mu belli değil. Dünkü “Bizim tarihimizde engizisyon, karanlık çağ veya sömürgecilik yok” sözleriyle onun da tarihi ne kadar puslu gördüğü anlaşıldı. Nitekim her daim özlemle andığı Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsetmeyi unutuverdi.

Toslayan kafalarda olduğu gibi, medeniyetler çarpışmasından bahsederken beyinler de fenalaşıyor. Sayısız Ermeni’nin ölümü bizlere geçmişi unutmanın ne kadar tehlikeli olduğunu, tarihin görmezden gelinemeyeceğini ve örtbas edilemeyeceğini ispatlıyor. Ayrıca Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin büyük-büyükbabası ve annesinin de Osmanlı vatandaşlığının yanı sıra Selanik’te Atatürk’ten birkaç sokak ötede yaşadıklarını, ikisinin de hali vakti yerinde İslam-Yahudi seçkinlerinden olduğunu unutmayalım. ‘İslam-Yahudi’ ifadesi, artık sık görülen bir kombinasyon değil. Birkaç nesil içinde neleri unutuyoruz baksanıza.

(13 Ekim 2006)

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=201593

Yorumlar kapatıldı.