İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fransız yasası 301´i arka plana itecek

Fransa’nın Ermeni soykırımını inkârı suç sayan yasa tasarısından, Türkiye’deki ifade özgürlüğü de etkilenecek. Bu yasa yüzünden, 301. maddenin olumsuz yanlarına dair tartışmalar arka plana itilecek ve demokrasi karşıtı Türkler bile ‘özgürlük savunucusu’ pozu takınacak

Howard Eissenstat

Fransa Ulusal Meclisi 12 Ekim’de Ermeni soykırımını inkârı suç sayan bir yasa teklifini kabul etti. Senatodan da geçip cumhurbaşkanının onayını aldığı takdirde bu yasa Fransa’daki ifade özgürlüğüne darbe vuracak; daha da önemlisi, Türkiye’deki ifade özgürlüğüne de zarar verecek.

Zira Türkiye’deki düşünce özgürlüğü savunucuları geçen yıllarda hem büyük umutlar hem de büyük zorluklar yaşadı. 2003 ve 2004’te, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki ılımlı İslamcı AKP iktidara ilk geldiğinde, yeni, daha demokratik ve çoğulcu bir Türkiye vaat ediyor gibi görünüyordu. O sermestlik dolu günlerde Türkiye uzun dönemli AB üyeliği hedefine ulaşmayı kafasına koymuş bir görüntü içindeydi.

‘Derin devlet’ dönmek isteyebilir

Ancak son birkaç yıldır, Türkiye’deki reform süreci yavaşladıkça, bu umutlar giderek Polyanna’vari bir hal kazanmaya başladı. En kötüsü birçok önde gelen aydın, gazeteci ve yazar, ‘Türklüğe hakarete’ üç yıla kadar hapis cezası öngören 301. madde yüzünden adeta mahkeme kapılarını aşındırır oldu. Romancı Orhan Pamuk ve Elif Şafak da dahil, suçlananların uluslararası konumu, bütün dünya basınında geniş yankı buldu ve Türkiye’nin yurtdışındaki konumunu da zayıflattı. Herhangi bir aydına açılan dava düşse bile, onu başkaları takip etti ve bu gibi haberler Türkiye’nin imajını zedeledi.

21 Eylül’de Elif Şafak davası temelsiz olduğu gerekçesiyle düştü. Şafak’a yönelik suçlama, romanındaki karakterlerinden birinin söylediklerine dayandırılıyordu ve benzer davalar arasında belki de en saçmasıydı. Ancak aradan daha birkaç gün geçmeden küçük bir Ermeni gazetesinin yayıncısı Hrant Dink’e karşı yeni suçlamalar gündeme geldi.

Aslında bu durum, bürokrasi ve ordudaki eski seçkinlerin hem Erdoğan hükümetini hem de Türkiye’nin AB’ye yönelik hedeflerini sabote etmek yönünde danışıklı dövüş halindeki bir çaba gibi görünüyor. Hükümetin vaat ettiği ve AB’nin de istediği liberalleşme, bazı eski seçkinleri ikilemde bıraktı. Bürokrasi ve bilhassa ordudaki birçok çevre, Türkiye’yi modernleştirme yolunda gütmeyi kendi hakları ve görevleri gibi görüyor. Seçilmiş yetkililer ülkenin selameti söz konusu olduğunda, fazla yozlaşmış ve popülist, ayrıca cahil ve ikiyüzlü addediliyor. Yasal sınırlamalar kontrolü sürdürmekte yetersiz kaldığında, adına ‘derin devlet’ denilen yapı, patronluk taslamaktan, demir yumruklu taktiklerden ve fütursuz şiddetten menkul şaibeli bir sistemi devreye sokuyor ve böylece hem siyasetçiler hem de sıradan vatandaşlar hizaya çekiliyor. AB’nin talep ettiği ve erken döneminde Erdoğan hükümetinin uyguladığı reformlar da, işte gerçek iktidar üzerindeki bu tekeli tehdit ediyor.

Geçen haftalarda hükümetle Türk devletinin unsurları arasındaki mücadele, generallerin siyasi İslam’ı neredeyse her gün tehdit olarak yansıtan açıklamalarıyla hararetlendi. Ancak ifade özgürlüğünün savunucuları da hatırı sayılır bir halk desteği kazandı. 301. maddenin olumsuz yanlarını giderek gören kamuoyu, popüler olmayan fikirleri savunmanın faziletlerini kabul etmeye başladı. Hem Erdoğan hem de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, dava sırasında desteklerini bildirmek için Şafak’ı aradı. Bir zaman için bir yol kat edilmiş gibi göründü ve düşünce özgürlüğü savunucuları kendilerini daha umutlu hissetmeye başladı.

İşte bütün bu süreç, gelip Fransız meclisinin Ermeni soykırımına dair yasayı kabul etmesine tosladı. Söz konusu yasa Fransa adına çok kötü bir fikir olduğu gibi, Türkiye’deki reform sürecine de ağır bir darbe niteliği taşıyor.

Mesele tarih değil. Eğer BM’nin 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’ndeki tarifi kabul edersek, Osmanlı Devleti’nin 1915-1917 arasında Ermeni nüfusunun büyük bölümünü imha etmesinin soykırımdan farksız olduğu ortada. Tartışılması gereken şeyse, bu olguyu inkâr etmenin suç sayılıp sayılmaması gerektiği. Neticede ifade özgürlüğü bir insanın inandıklarını, ne kadar aptalca, yanlış veya incitici olursa olsun, söyleyebilme hakkıdır. Aslında asıl korunması gereken fikirler de bu türdendirler, zira devletin kısıtlamalarıyla yüz yüze kalma ihtimalleri daha çoktur.

Türk liberallerin daha açık ve demokratik bir toplum yaratma çabalarında savundukları da tam buydu. Bu savunma sayesinde Ermeni soykırımına dair açık tartışma alanı açılabildi ve Dink ve Şafak gibi Türkiye’nin bu suçu işlediğini kabul etmesini savunanlar için konuşma imkânı doğdu. Buna yönelik ciddi baskılara rağmen, açılımlar yapılabildi, konferanslar düzenlendi ve yazılar yazıldı.

Artık öncelik Fransız yasası

Şimdiyse 301. maddeye dair tartışmalar Türk kamuoyunun gündeminden tamamen silindi, zira gazetelerde Fransa’daki yasadan geçilmiyor. Dahası bu yasa, Türk toplumundaki en antidemokratik unsurlara ‘özgürlük savunucusu’ pozu takınma imkânı sağladı. Ermeni soykırımına dair farkındalığı artırmak için enerjilerini seferber eden veya sadece daha fazla özgürlük için gayret gösteren Türk aydınları, 301. maddeye yönelik eleştirilerini durdurmaya ve Fransa’daki yasaya karşı çıkmaya zorlanmış oldu. Türkiye’de tatsız fikirleri ifade etme özgürlüğünü savunmak için Fransa’da tatsız fikirleri dile getirme özgürlüğünü savunmak gerektiğini idrak ettiler.

Ermeni soykırımının inkârını suç sayan yasa Fransa’nın ifade özgürlüğünün kalesi olduğu yönündeki iddiasını da yerle bir etti. İşin daha ciddi tarafı, Türkiye’deki ifade özgürlüğüne de yıkıcı bir darbe vurdu. (Lübnan’da İngilizce yayımlanan gazete, New Jersey Seton Hall Üniversitesi’nde Ortadoğu tarihi dersleri veriyor, 13 Ekim 2006)

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=201519

Yorumlar kapatıldı.