İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir çift iki mektup

Mine G. Kırıkkanat

Elsa Martayan ve Michel Dreyfus, insanlığın ortak belleğinde tarihin acı sayfalarının mirasçısı iki kuşak. Pırıl pırıl çocuklar yetiştiren ve kendilerini büyüten acıları onlara yansıtmayan, kin gütmeyen, tersine büyük insanlık şefkati taşıyan bir çift, sevecen bir aile oluşturuyor.

Şehircilik mimarı Elsa Martayan, adından anlaşılacağı üzere baba tarafından Ermeni, anne tarafından Yahudi. Kendisine “sende bir zencilik eksik” dediğimde basıyor kahkahayı.

Eşi Michel Dreyfus, hem önemli bir Fransız tarihçi, hem de Fransa tarihine soyadının onur bedelini çok ağır ödeyen bir ata soyundan geliyor: 100 yıl önce Fransa’yı iç savaşın eşiğine getiren “Dreyfus olayı”nın iftira kurbanı kahramanı Yahudi Fransız Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un akrabası.

Her iki dostumdan Fransa parlamentosunda kabul edilen “Ermeni soykırımını inkâr yasağı” yasasını değerlendirmelerini istedim.

***

Elsa Martayan, şöyle yazdı: “Tarihte, tıpkı Freud’çu bilinçaltında olduğu gibi duygu bastırması, travmaları ortadan kaldırmıyor. Ermeni soykırımına dair artık geçmişe korkmadan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Ermeni aslımı unutmadan objektif olmaya çalışırsam, bu yasa hakkında üç görüş ileri sürebilirim. 1. Böyle bir yasa, ancak Fransa sınırları içinde uygulanabilir ve Türkiye’nin tarihi kendi açısından değerlendirmesine engel olamaz, belki değişik bir değerlendirmeye zorlar. 2. Bu metin bir yasa değil, 2001’de çıkarılan Ermeni soykırımını tanıma yasasına ‘uygulama’ sağlayan içtihat metni sayılır. Çünkü 2001’deki gibi müeyyidesi olmayan bir yasa, uygulamada geçersizdir. 3. Bence böyle bir yasanın gündeme gelmesine, birkaç ay önce Lyon’daki soykırım abidesine yapılan saldırılar neden olmuştur.

Laf aramızda, Türkiye demokrasisi bu işin içinden bırak küçülmeyi, tam tersine daha da büyüyerek çıkar.”

***

Tarihçi Michel Dreyfus ise şöyle yazdı: “Bir tarihçi ve yurttaş olarak görüş belirtmem gerekirse, bu yasanın amaçladığı sonuca hizmet etmeyeceğini düşünüyorum. Ermeni soykırımı bence öncelikle Türkiye’de tartışılmalı. Türk demokrasisi böyle bir tartışmadan ancak kazanç sağlar ve zaten bir süredir bu yönde olumlu gelişmeler var. Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü’nün verilmesi de dilerim bu gelişmeyi hızlandıracaktır. Oysa Fransa’da böyle bir yasa çıkarılması, amaçladığının tersine Türkiye’de soykırım tartışmasını reddeden çevrelerin işine yarayacaktır. Öte yandan, ben genel olarak tarihin yasayla yazılmasına muhalifim. Fransa’da bu sorun, başka konularda da var: Parlamentonun ‘hatıra yasaları’ dediğimiz örnekleri çoğaltması, tarihin siyasal araç olarak kullanılmasına ve vahim konular üzerinde yeterince düşünülmemesine yol açıyor.”

***

Bu iki mektubu sizinle paylaşmaktaki amacım, bazı satır aralarına dikkat çekmek, sayın okurlar. Farkındaysanız, geçmişin acılarında taraf olmasına karşın arkadaşım Elsa, soğukkanlılığını koruyabiliyor ve Türkiye’nin “hatırlamasını” istemesine karşın, zarar görmesini arzu etmiyor. Michel ise yasaya karşı ama soykırım tartışması dilerken, Orhan Pamuk’un Nobel ödülünü almasını da tarihçi tarafsızlığına rağmen Ermeni soykırımına dair aldığı tavra bağlıyor.

İşte bu noktada Türkiye, Orhan Pamuk’un Nobel ödülü almasından büyük bir gurur duyması gerekirken, buruk ve yarım bir sevinç yaşıyor. Çünkü dün tüm dünya basını da Orhan Pamuk’un hiç kuşkusuz edebi yeteneği açısından hak edilmiş başarısını, Ermeni soykırımına dair sözleriyle birlikte anıyordu. Çok, çok yazık.

Çünkü bu büyük ödül kime verildi, biliyoruz. Ama “neye” verildi, hep gölgeli kalacak. Tıpkı soykırım konusundaki “gerçek” gibi gölgeli.

http://www2.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=yazardetay&tarih=14.10.2006&Newsid=90126&Categoryid=4&wid=122

Yorumlar kapatıldı.