İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türklerle Ermenileri barıştırmalıyız

Alexandre Adler

Fransa Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan’a yaptığı resmi ziyaret anlamlı, heyecan verici ve gerçekten görkemli bir jest. Fransa’nın atalarının muhteşem Kilikya Ermeni krallığıyla kurdukları yoğun ilişkileri görebilmek için ta Haçlı Seferleri’ne dönmek gerek. Fransa 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Rus müttefikiyle beraber yeni Ermeni devletini vaftiz etmişse de, Kemalist Türkiye’yle Leninist Rusya arasındaki anlaşmanın bu cumhuriyetin, örnek bir göçün simgesi olan Ermeni diasporasının kalbi haricinde bir yerde yaşamasını engellediğini biliyoruz.

Tüm bunlar yapılan resmi ziyarete ciddi bir sembolik anlam yüklemeye yeterdi aslında. Oysa bu girişim şu anda, Türkiye’yle AB arasındaki müzakerelerin çok hassas bir anında, büyük Ermeni-Türk kavgasının alevlerini canlandırma riski taşıyor. Ve bizim bu konu üzerinde tıpkı bir cerahati akıtır ve temizlercesine konuşmamız gerek. Önce soykırım meselesini ele alalım. Bu terim ilk olarak Polonyalı Yahudi avukat Rafael Lemkin tarafından Nürnberg mahkemelerinde, görülmemiş bir şiddetteki, planlanmış kitle katliamını nitelemek amacıyla belirlenmişti. Türkler ve Kürtlerin 1915’te önceden planlı bir iş yapmadığını veya Nazi Almanları ve çeşitli suç ortaklarının yaptığı gibi yok etme amacının bir süreklilik taşımadığını kanıtlamak mümkün olsa bile, bu terimin kullanılmasıyla Ermeni halkına sağlanacak yatıştırıcı etkiyi ya da sonuna kadar hak ettikleri sembolik pansumanı vermeyi reddetmek, her şey bir yana insani bir davranış olmayacaktır.

Ama 2. Dünya Savaşı sonrasında Yahudileri soykırım terimi sadece kendi yaşadıklarına özgüymüş gibi bir inanca iten bakış açısından çıkmak istiyorsak, Ermeni trajedisini bir bütün olarak ele almalıyız. Türk ordusunun ve Kürt çetelerin, imparatorluğun doğusundaki Ermeni nüfusun neredeyse tamamını birkaç ay içinde katletmesiyle işlenen suçun tabii ki hiçbir mazereti yok. Yine de bu suçun 1878 Berlin Kongresi’yle, Rusya’nın 19. yüzyıldan itibaren komşu Türkler ve Perslerden Ermeni topraklarının neredeyse üçte birini ilhak etmesi ve Osmanlı yönetimi nezdinde Ermeni haklarını temsil ve müdafaa işini kendine mal etmesiyle başladığını da unutmayalım.

O andan itibaren Ermeniler, Osmanlıların gözünde bir zamanlar yüksek olan statülerinden yavaş yavaş düşmeye başladı. Ermeni seçkinler kitleler halinde Türk devletindeki görevlerinden, bilhassa maliyeden çekilmeye zorlanırken, önemli bir kısmı da vatanseverliğinden din değiştirerek Müslüman olur.

Türk, Kürt ve Ermenilerin tıpkı Bosna veya Makedonya’daki Hıristiyanlar ve Müslümanlar gibi iç içe yaşadığı eski Ermeni ülkesindeyse Ermeni cemaat yüzünü gitgide Hıristiyan Ruslara çevirmeye başlar.

Oysa o sıralarda Jön Türk hareketi nedeniyle büyük reformlar laikliğin başlangıcını haber vermekte, bu sayede Ermeni mebuslar 1908’den sonra İstanbul’daki mecliste koltuk sahibi olabilmektedir. Büyük yangın 1911’de başlar. Makedonya ve Bulgaristan’da, Balkanlar’da yaşayan çok sayıda Türk ve Müslüman, ordularının yenilmesi üzerine katledilir ve bu durum bazı askerlerde intikam isteği uyandırır. Ermeni gençliğiyse ölüm döşeğindeki imparatorluktan ayrılma ve kurtarıcı gibi gördükleri Rus ordusunu bekleme arzusunu açıkça göstermektedir. Bu gerçekleşmeyince sivil Ermeni halk, acımasız bir misilleme karşısında savunmasız kalır. Göçmen Kürt aşiretlerin, Ermeni çiftçilerin topraklarını ele geçirme isteği işleri daha da kötüleştirir.

Ermenistan’ın da sorumlulukları var

Büyük dramın korkunç hikâyesi işte böyle. Günümüzde her iki ülke de açık bir tarih tartışması dahilinde kendi açısından yaşadıklarını anlatabilmeli. Türk kamuoyunun sadece propagandaların değil, iyileştirilmemiş bir travmanın da sonucu olan amnezisinden kurtulabilmesi de, kimseyi küçük düşürmeyecek böyle bir koşulla mümkün. Onlar da buna başladı zaten: Ankara hükümeti artık tarihçilerin toplantılarına izin veriyor, Türk mahkemeler Ermeni sorununu büyük bir cesaretle gündeme getiren yazarları bir bir aklıyor.

Ama hayallere kapılmayalım: Türkiye bu olayın AB üyeliğine karşı kullanıldığını hissederse, o dönemin gerçek tarihi tüm karmaşıklığıyla gizli kalmaya devam ederse ve Avrupa’nın ilk Hıristiyan devletinin uzun süreli bir karanlıktan sonra nihayet yeniden ortaya çıkmış hali olan Ermeni devleti örneğin Azerbaycan’da, uluslararası hukuka boyun eğmez ve hukukun sadece tek taraflı işlemesini isterse, bu süreç devam etmez. Bilhassa Fransa’daki bizler, hem Ermeni hem Türk halkının bir zamanlar en yakın dostlarımız olduklarını aklımızdan çıkarmayalım. Yani Fransa’nın yapması gereken şey basit: İkisini barıştırmalıyız. Fransa’da, hem Ermeni hem de Türk halkının bir zamanlar en yakın dostlarımız olduğunu unutmayalım. (5 Ekim 2006)

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=201051&tarih=10/10/2006

Yorumlar kapatıldı.