İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Korkularımızın cisimleşmiş hali

Etyen Mahçupyan

Yıllar önce bir toplantıda İlkay Sunar askeri eleştirdiğimiz kadar anlamamız da gerektiğini, çünkü ordunun ‘korkularımızın cisimleşmiş hali’nden başka bir şey olmadığını söylemişti. Bölünmekten, dağılmaktan, elimizdekileri yitirmekten, kimliğimizin anlamsızlaşmasından ve daha bir sürü belirsiz, tanımlanmamış tehlikeden korkuyoruz. Elimizde ise son kertede tarihsel ‘kısmetin’ yarattığı bir devlet ve onun topluma sunduğu bir kimlik var. Kendimizi yapay bir biçimde geçmişten kopartarak ve tarihi yeniden yazarak oluşturduğumuz bir kimlik bu… O nedenle de altının dolu olmadığını hissediyor, bu kimliğin ancak devlet desteği sayesinde ayakta kalabildiğini görüyor ve devleti tehdit eden herşeyi kendi kimliğimiz açısından da tehlikeli buluyoruz…

Öte yandan devlet de kendi kurumsal geleneği içinde bu durumun farkında. Ordunun kendini sadece ulusal bağımsızlığı değil, aynı zamanda bizzat devleti, Cumhuriyeti, laikliği ve bunlarla ilintili daha bir sürü şeyi korumakla görevli addetmesi, söz konusu kırılgan kimlik yapısının sonucu. Toplumun kendisine ‘kimlik’ bahşeden devlete şükran duymasına karşılık olarak, devlet de toplumu şekillendiren bir ‘kimlik’ üretmede ve bunu topluma dayatmada kendisini yetkili görüyor. Böylece korkularımızı toplumsal düzlemden devlet katına çıkararak rahatlamanın karşılığını otoriter bir devletle yaşama biçiminde ödüyoruz… Ancak bu devlet aynı zamanda bir ‘demokrasi’… Yani ‘ne idüğü belirsiz’ insanların iktidar olup devlet yörüngesi dışında işler yapabilecekleri bir rejim. Dahası demokrasinin gereği olarak hükümetle toplum arasındaki ilişkinin de karşılıklılık çerçevesi içinde yaşanması doğal. Diğer bir deyişle gereksinilen otoriter devleti hükümetlerin sağlaması pek mümkün değil. Dolayısıyla da devletin süreklilik arzeden ve topluma hesap verme zorunluluğu olmayan kurumlarının söz konusu otoriteyi taşımaları gerekiyor.

Bu kurumların başında ise ordu gelmekte… Bu öyle bir ordu ki görev ve işlevleri kendi iç hizmet kurallarına göre saptanmakta, kendi yargısı ve ekonomik faaliyet gösteren kuruluşları var. Diğer bir deyişle gerçekten de Türkiye’deki silahlı kuvvetler diğer ülkelerdekilere benzemiyor. Ama bu sadece toplumun kimliksel alanda duyduğu eksikliği kapatan bir kurum olduğu için değil, kendisini toplumun dışında ve üstünde konumlandıran bir kurum olduğu için de… Böylece toplumun bir miktar demokrasi dışı addettiği bu kurumun, kendi iradesiyle demokrasi dışı kalma gayretine dayanan bir devlet yapısı ile karşı karşıya kalıyoruz. Toplumun bu durumu ‘demokrasi içi’ olarak kabul etmesi ise tehditlerin sürekliliğine ve belirsizliğine bağlı. Çünkü korkularımızı harekete geçiren tehditlere karşı toplum olarak o denli acz içindeyiz ki, devletin otoriter yaklaşımı bile bir ‘toplumsal talep’ halini alabiliyor. Silahlı kuvvetlerin sözcüleri ise söz konusu denge halini daim kılacak biçimde tehdit algılamasını ayakta tutuyorlar. Resmi söyleme göre bu tehditleri bizler genellikle görmüyoruz… Çünkü görme yeteneği resmi ideolojiye biat etmeyi gerektirirken hiçbirimiz o ideolojinin sahibi kadar keskin gözlere sahip olamıyor…

Böylece etrafımız askerin algıladığı tehditkar hayaletlerle dolarken, Genelkurmay Başkanı da Cumhuriyet’in bekası için “güçlü muhafızların” gereğinden söz ediyor, toplumun kendini koruyacak, ayakları üzerinde duracak bir kişiliğe gelmesinden değil… Devlete tabi ve sürekli korunmaya muhtaç, henüz olgunlaşmamış bir toplum olarak kalmamız daha az riskli, daha uygun bulunuyor. Biz de korkularımızla yüzleşmeyi bilmediğimiz için bu korumaya pek karşı çıkamıyoruz. Korkularımızı cisimleştirerek onlardan kurtulduğumuzu sanıyor, tam da bu nedenle giderek kendimizden korkuyoruz…

http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=287

Yorumlar kapatıldı.