İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İşte resmi tarih, işte laiklik tanımı

Murat Yetkin

Cuma günü Deniz Baykal ile görüşmek için CHP Genel Merkezi’ndeki odasına girdiğimde, Deniz bey oturma grubundaki sehpanın üzerindeki bir paketi açmak üzereydi. Birlikte açtık. İçinden iki kitap çıktı. Her ikisi de CHP’nin bir süredir tanıdıklara haber salarak oluşturmaya çalıştığı parti müzesi için gönderilmişti. Birincisi, bir kitap çıktı; CHP’nin 1943 yılındaki parti program ve tüzüğü. İkinci kitap, büyük boy, kalın yeşil siyah ebruli kapaklı bir ciltti.

Adı, ‘ON BEŞİNCİ YIL KİTABI’.

Kitabın kapağını açıp sayfalarını çevirmeye başlayınca, Baykal’ın hayreti, benim ve yanımızda bulunan Özel Kalem Müdürü Nesrin Baytok’un merakımız artmaya başladı. Kitap, Cumhuriyet’in 15’inci yılı dolayısıyla, Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifiyle, CHP tarafından hazırlanmış 611 sayfalık bir durum raporuydu. Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku ardından bir kronoloji ile başlıyordu. Kronoloji, “19 mayıs 1919- Kemal Atatürk Samsun’a çıktı” satırıyla başlıyor, “29 Birinciteşrin (Ekim) 1938-Ankara’da yeni yapılan radyo verici istasyonu çalışmıya başladı” satırıyla son buluyordu. Cumhuriyet’in 15’inci yıldönümündeki son icraat buydu. (Alıntıları Türkçenin o gün kullanıldığı şekliyle koruyarak yaptım-MY)

Bu icraatın kayda alındığı gün ve günlerde Atatürk’ün İstanbul Dolmabahçe’de hasta yatağında olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Kitaptaki ifadeyle ‘Büyük Şef’, Ankara Radyosu’nu yeni vericisiyle hiç dinleyemeyecekti. Atatürk’ün 12 gün sonra vefat edeceğini belki kimse gün olarak bilmiyor, ama hastalığın seyrinden çok kişi endişe ediyordu. İlginç olan, kitabın, Atatürk’ün vefatından sonra bir yana bırakılmayıp basılmış ve Cumhuriyet’in ilk 15 yıllık bilançosunun böylece kayda alınmış olması.

Kitapta, kronolojiden sonra ‘Cümhuriyet Halk Partisi-Kuruluş ve Yürüyüşü’ başlığıyla 10 sayfalık bir parti tarihi özeti veriliyordu. Bu bölümde Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin nasıl Kurtuluş Savaşı boyunca Cumhuriyet Halk Partisi’ne dönüştüğünün, Altı Ok ilkesinin nasıl evrimleşip oluştuğunun ve bugün Anayasa’nın değişmesi teklif edilemez maddelerinin özünün nasıl ortaya çıktığının hikâyesi anlatılıyor.

Ardından, Adalet Vekâleti’nden başlayarak tek tek bakanlıkların faaliyetleri bildiriliyordu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne alınan öğrenci sayısından, demiryolu siyasetine; Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ana kucağı kapasitesinden, yurtdışında açılan büyükelçiliklere;

Türk Tarih Kurumu’nun Ankara Ahlatlıbel’de bronz çağına ait buluntuları çıkardığı arkeoloji çalışmalarından, Karabük Demir-Çelik Fabrikası’na dek her şey tek tek yazılmış, tablo ve grafiklere dökülmüştü. Genç Cumhuriyet’in inanılmaz yokluk içerisinde ilk 15 yılda yaptıkları gerçekten etkileyiciydi.

Dün kitabın fotokopileri üzerinde çalışırken şunu fark ettim: Bu aynı zamanda gerçek anlamıyla bir ‘Resmi Tarih’ çalışmasıydı.

Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi, Musul sorununa ve 5 Haziran 1926’da İngiltere ve müttefikleri ile yeni bir savaşı göze alamayan genç Türk Cumhuriyeti’nin Musul’u bırakmak zorunda kalışına hiç değinilmemesiydi. Kronolojide, haziran 1926’daki tek faaliyet, “28 haziran

1926-Türk ticaret kanunu kabul edildi” olarak gösteriliyordu. Ayrıca Hariciye Vekâleti’nin Lozan ve Montrö anlaşmalarının ayrıntılarıyla anlatıldığı raporunda, bugünkü Türk-Irak sınırını çizen bu önemli anlaşmadan tek sözcükle bahis yoktu. Tıpkı Kurtuluş Savaşı sırasındaki ve kuruluş sırasındaki isyan ve iç kavgalara değinilmemiş olması gibi, hoş olmayan gelişmeleri görmemek, yazmamak, onları gelecek nesillere bildirmemek tercih edilmişti. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile 1925 Şeyh Sait İsyanı ilişkilendiriliyordu. Ancak kronolojide, 4 Mart 1925’teki Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan sözedilmiyor, Mart 1925 yalnızca “Köy kanunu kabul edildi” diye yazılıyor, “30 Teşrinisani (kasım) 1925-Tekkeler, türbeler, zaviyeler kapatıldı” kaydına yer veriliyordu.

Kitaba Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini nasıl ve ne zaman kabul ettiği, ne anladığı da açıkça yazılıyor.

Kronolojide 5 Nisan 1928 tarihi karşısında şu giriş var: “C.H.P. gurupunda laiklik esası ve teşkilatı esasiye kanununun dine ait hükümlerinin çıkarılması kabul edildi.”

10 Nisan’da da “Teşkilatı esasiye kanunundan dine ait maddelerin Büyük Millet Meclisince çıkarılması” açıklaması var.

Cumhuriyetin temel ilkelerinden sayılan laikliğin aslında tanımlanmamış olduğu ve tanımlanması gerektiği, son günlerin gözde tartışmalarından. Laikliğin net bir tanımının yapılmamış olduğu TBMM Başkanı Bülent Arınç ve Yargıtay Başkanı Osman Arslan tarafından dile getirildikten sonra, bu söyleme karşı tepkiler de gelişti. Bu tepkiler arasında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ınkiler de vardı.

Laiklik tanımı ‘Onbeşinci Yıl Kitabı’nda şöyle yapılıyordu: “Türkiye Cumhuriyeti dinlerden ve dinlerin koyduğu naslardan değil, hayatın kendinden ve onun müzpet icap ve ihtiyaçlarından mülhem olarak işleyen bir devlet mekanizmasıdır. Devlet ve dünya işlerinde dinin hiç bir tesiri yoktur. İşte bu prensipe laiklik derler.”

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=200911

Yorumlar kapatıldı.