İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fransa´ya ne yapmalı?

Hasan Celal Güzel

Tarihe dönüp de bir bakınız. Biz bu nankör Frenkleri hep koruduk ve onlarla iyi geçinmeye çalıştık. 1525’te Şarlken’e esir düşen Fransa Kralı Fransuva (Kanunî’nin hitabıyla Françeska ) ve annesi Düşes Dangolen’in Muhteşem Süleyman’a yardım dileyen mektupları üzerine Osmanlı’nın yardımı olmasaydı, belki de bugün Fransa diye bir ülke olmazdı. Lâkin Fransızlar, her fırsatta aleyhimizde oldular. Kanunî’nin kapitülasyonlarıyla semirenler, daha sonra Osmanlı memalikini sömürmeye koyuldular.

Fransız tarihi, yüzkızartıcı soykırımlarla doludur. Sadece birkaç tanesini sayalım:

24 Ağustos 1572 gecesi, St. Bartelemi yortusunda 50 binden fazla Protestanı, sırf mezhep farkı yüzünden kestiler; 1789 Fransız İhtilâli’nden sonra onbinlerce kişiyi icat ettikleri giyotinle katlettiler; Afrika’daki sömürgelerinde milyonlarca kişiyi gözlerini kırpmadan öldürdüler. Soykırım olarak kabul ettirilmeye çalışılan 1915’teki Ermeni tehcirinden yarım asır sonra 1954-1962 yılları arasında uyguladıkları soykırım ve zulüm politikalarıyla bir milyondan fazla Cezayirli’yi alçakça katlettiler.

Kimsenin üzerinde durmadığı bir olayı hatırlatmak istiyorum. Millî Mücadele sırasında Fransızlaz, Ermenilerle birlikte, 25 bin nüfuslu Antep şehrimizin yaklaşık dörtte birini, 6317 Türk’ü şehit ettiler.

***

Bizim Tanzimat ve Meşrutiyet aydınımız, modernleşme sürecinde Fransız hayranlığını marifet saymıştır. Jöntürkler, Osmanlı aleyhindeki faaliyetlerini genellikle Paris’ten yürütmüşlerdir. Batılı anlamda ilk üniversitemizin rektörü Hoca Tahsin Efendi’nin şu beyiti, bir

kısım Osmanlı aydınındaki Fransız hayranlığını nasıl da aksettiriyor:

‘Paris’e git hey efendi, akl-ı fikrin vâr ise

Âleme gelmiş sayılmaz, gitmeyenler Paris’e’

Bu hayranlık, ne yazık ki Cumhuriyet’in ilk döneminde de devam etmiş; 1950’li yıllardan sonra yerini Amerikan hayranlığına bırakmıştır. Öyle ki, arıdilcilik iddiasıyla bin yıldır kullandığımız kelimeleri dilimizden atarken, Fransızca (şimdi de İngilizce) sözcüklere kapımızı ardına kadar açtık.

Sadece bu kadarla kalsa belki çok önemli olmazdı. Ancak, bütün hukukî ve idarî teşkilâtlanmamızı Fransa’dan kopya ettik. En önemlisi de, ‘Fransız laisizmi’ni türünün tek örneği olarak demokratik sekülarizmden ve laiklik anlayışından farklı şekilde, mübalağa ederek ‘din-devlet çatışması’na sebep olduk.

***

İşte şimdi bu Fransa kalkmış, bir avuç Ermeni diyasporasının ve Ermenistan’ın hatırı için küçük politik hesaplarla Türkiye ve Türk düşmanlığı yapıyor. Bunu yaparken de ‘düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti’ni hiçe sayıyor.

O halde biz ne yapmalıyız?

Türkiye’de, ‘Ermeni soykırımı vardır’ diyenleri suç işlemiş kabul ederek cezalandıracak bir kanun çıkarmamız isabetli olmayacaktır. Unutmayalım ki, iki yanlış bir doğru etmez.

Gene, Fransa’nın Cezayir katliamı yoktur diyeni cezalandıracak bir kanun da aynı mahiyette olacaktır. Türkiye, Fransa’nın tahrikiyle kendi ülkesinde ‘düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti’ni ortadan kaldıracak veya kısıtlayacak hukukî metinler düzenlememelidir. Mecelle’nin
tâbiriyle ‘Sui misâl emsâl olmaz’.

Yapılacakları şu şekilde özetleyebiliriz:

1. TBMM, Fransa’nın Cezayir soykırımı hakkında bir karar kabul etmelidir.

2. Türkiye, Fransa’nın Cezayir soykırımının diğer ülkelerin de parlamentolarında kabul edilmesine çalışmalıdır.

3. Fransa ile önemli ekonomik ve ticarî münasebetler dondurulmalıdır.

4. Kamuoyunda Fransız malları aleyhinde kampanya yürütülmelidir.

5. Fransa ile kültürel münasebetler asgarîye indirilmelidir.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=201120

Yorumlar kapatıldı.