İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Beyinler de çalıştırıldıkça ışıldar…

Mehmet Barlas

Klişeleri kullanmak, insan beynini rahatlatır. Beyninizi çalıştırmak ve doğru bilgilere ulaşmaya çalışmak yerine, klişeleşmiş söylemleri tekrar ederek karşınızdakini susturduğunuz zaman, haklı olduğunuzu da düşünür, rahatlarsınız.

Bu klişelerin evrensel çapta olanları ve bilim dünyasını etkileyenleri de var. Mesela ” Avrupa ” dedikten sonra ” YahudiHıristiyan Kültürü ” (JudeaChristian Culture) benzeri bir klişe ile Avrupa’nın düşünce dünyasını izah ettiğinizi varsayarsınız.

Eğer karşınızdaki ” Bu Avrupa kadar Yahudilere eziyet edip, çağlar boyu Yahudi soykırımını kıta kültürünün bir öğesi haline getirmiş başka coğrafya var mı ” diye sorarsa, bir anda ezberiniz bozuluverir. O andan sonra engizisyonun, pogromların, holokostun başka şeyler, eski ve yeni kitapların başka şeyler olduğunu anlatabilmek için beyninizi yorarsınız.

Beyninizi daha da zorlayıp, araştırmaya, sorgulamaya başlarsanız, karşınıza ” Avrupalılık ” kapsamında ” GrekoRoman Kültür ” olgusu da çıkar. Derken Roma İmparatorluğu’nun Germen coğrafyasında en fazla Ausburg’a kadar gidebildiğini görür ve Almanlarla İtalyanların neden bu kadar birbirlerinden farklı olduğunu anlamaya çalışırsınız.

Bundan sonra işiniz zordur artık. Gibbon’dan başlayarak tarih okuma gereği karşınıza çıkar.

İRTİCA KLİŞESİ

Bu tür klişeci kolaylıklarına kaçış bizim düşünce hayatımızda da yok mu?

Örneğin ” İrtica ” dediğiniz zaman, bununla hem dini, hem hurafeleri, hem ibadetin sosyal yaşama yansımalarını, hem dinsel içerikli terörizmi, hem başörtüsünü, hem teokratik düzeni, hem karşıdevrimcileri ifade ederek, tek kelime ile sayısız alanda düşüncenizi seslendirmiş olursunuz. ” İrtica tehlikesi ” klişesi ile de, birbirinden çok farklı olguları aynı kaba koyarak, bir karşı cephe oluşturmanın şifresini vermiş olursunuz.

Örneğin ” İrtica tehlikesi “nden giderek laik düzenin tehdit altında olduğunu söyleyenler, eğitime dogmacılığın egemen olacağı endişesini seslendirir. Buna karşın, aynı anda dünyevi dogmaları kabul etmeyen, özgür düşüncenin ışığında araştırma yapıp, resmi ideolojinin söylemlerini irdeleyenleri de, tehdit ve tehlikeler listesine koyarlar.

Bir bakarsınız, tartışılmazların dünyası dinin uzantıları olan tarikatları tehdit olarak gösterenler, katılımcı demokrasinin vazgeçilmez öğeleri olan sivil toplum örgütlerini de tehditler arasında sıralar.

Bu tür zihni tembellikler, doğal olarak insanları bazen tutarsızlığa, bazen de her çeşit bağnazlığa iter.

Bir de özeleştiri yapmak yerine, kendi dışındaki herkesin hatalarını vurgulamak gibi bir düşünce yozlaşması vardır.

SOYKIRIM

Örneğin İsviçre, Hollanda gibi ülkelerin ” Ermeni soykırımını reddetmek suçtur ” benzeri hukuksal bağnazlıklarını haklı olarak eleştirirken ve Fransa’nın da bu dalgaya kapılması konusundaki endişelerini seslendirirken, ” Aman biz de bunlara benzemeyelim ” demek yerine, Türkiye’de romancıların, gazetecilerin yargılanmalarını doğru bulmak, Türk vatandaşı olan azınlıkları ” Ötekiler ” gibi görmek, Ermeni olaylarını kitabına konu edenleri TCK’nın 301’inci maddesi kapsamında değerlendirmek tutarsızlık değil midir?

Ya da AB ülkeleri içindeki hastalıklı yabancı düşmanlığını eleştirirken, kendi ülkenizde de yabancı düşmanlığının tırmanmasını nasıl doğru bulabilirsiniz?

Kısacası doğanın en mucizevi ürünü olan insan beyni, öyle de böyle de kullanılabilir. Eğer beyninizi ” Böyle gelmiş böyle gider ” felsefesinin şartlanması içinde dondurup, klişelerle doldurursanız, yorulmazsınız. Yaşlı, yorgun vücutlardaki hiç çalıştırılmamış, sıfır kilometrede beyinlerle dolu olur toplumunuz.

http://www.sabah.com.tr/2006/10/08/yaz09-40-111.html

Yorumlar kapatıldı.