İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ruhban okulu artık açılmalı

Türkiye, Heybeliada Ruhban Okulu sorununu çözmeli. Şu gerçek unutulmamalı: İçeride çözülemeyen sorunlar küresel dünyada uluslararası bir soruna dönüşüyor ve daha da ağırlaşmış olarak yeniden önümüze geliyor

MEHMET ALİ GÖKAÇTI

Geçtiğimiz hafta içinde TBMM’de Özel Okullar Yasası’nın görüşülmesi sırasında yaşanan bir gelişme Heybeliada Ruhban Okulu (HRO) ile ilgili tartışmaların yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Buna da, Özel Okullar Yasa tasarısındaki bir madde için verilen değişiklik önergesi sebep oldu.

Değişiklik önergesi, gayrimüslim azınlığa mensup çocuklar ile bu azınlığa etnik veya dini kökeni itibarıyla mensup, yabancı uyruklu çocukların da bu okullara devam edebilmeleri hükmünü taşıyordu. Bu durum muhalefet partisi CHP ve bir kısım AKP’li milletvekili tarafından Lozan anlaşmasının delinmesi ve HRO’nun açılması olarak yorumlandı. Önergeyi gündeme getirenler ise, bu maddenin teklif edilme gerekçesini ve dayanağını Lozan Anlaşması ile Anayasa’nın etnik temele dayalı bir anlayış üzerine kurgulanmamış olması tezine bağladılar. Ancak bu tartışmalar bir yana, üzerinde hiç durulmayan konu ise, HRO’nun vakti zamanında neden dolayı kapatılmış olduğuydu. Dolayısıyla da şimdi neden açılamadığıydı.

Heybeliada Ruhban Okulu Neden Kapatıldı? 8 Haziran 1965 tarihli 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun bazı maddelerinin 12 Ocak 1971 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine Heybeliada Ruhban Okulu’nun ( HRO ) yüksek kısmı 9 Temmuz 1971’den geçerli olmak üzere kapatılır. Bu kararın sonrasında okulun lise kısmı eğitim faaliyetlerine devam eder. Ancak Türkiye’deki Ortodoks Rum cemaatinin sayıca giderek azalmasına paralel olarak, okulun öğrenci sayısı da azalır. Ve nihayetinde de söz konusu okul, öğrencisi kalmadığından ötürü faaliyetlerine son vererek, resmen açık olsa da fiilen eğitim faaliyetlerine nokta koyar. Sonraki yıllarda okulun açılması adına yapılan müracaatlar da bir sonuç vermez.

Dış konjonktür

HRO dış konjonktürdeki gelişmelere bağlı olarak son yıllarda gündemimizi daha fazla oranda işgal etmeye başlamış bulunuyor. Hatta uluslararası boyutu olan bir sorun haline de gelmiş durumda. HRO’nun açılmasına karşı çıkanlara göre, söz konusu okul, Megali İdea’nın (Büyük Ülkü) Türkiye’deki Harp Okulu’dur. Dolayısıyla da, HRO Türkiye için ciddi bir tehdit kaynağıdır. Bu iddiaların altında yatan neden de, HRO’nun yeniden açılması halinde Vatikanlaşacağı ve bunun da uzun vadede Türkiye adına vahim gelişmelere yol açacağı endişesidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaya yüz tuttuğu günlerde, mevcut siyasal gelişmeleri doğru bir şekilde değerlendiremeyen Patrikhane’nin siyasete bulaşması böyle bir düşüncenin gelişmesinde etkili olmuştu. Patrikhane’nin faaliyetleri Cumhuriyet döneminde de uzun yıllar kuşkuyla izlenmişti. Ne var ki, bu durum tarihi gerçekleri tam olarak yansıtmamaktadır. Çünkü Patrikhane hem Bizans, hem de Osmanlı dönemlerinde mevcut siyasal iktidarların hâkimiyeti altında faaliyet göstermiştir. Dolayısıyla da, hiçbir dönemde bağımsız bir statüsü olmamıştır. Patrikhane’nin ekümeniklik iddiasına gelince, bu noktada da ciddi bir bilgi eksikliğinin varlığı göze çarpıyor.

Ekümeniklik Kavramı Neyi İçermektedir? Osmanlı Devleti ülkedeki Müslüman olmayan unsurları, millet sistemi olarak adlandırılan bir statü altında toplamıştı. Millet sistemi İslam hukuk anlayışına göre, İslam idaresine giren bir bölgedeki zimmi statüsüne sahip kişilerin hukuk ve himaye bahşedici bir ahidname ile İslam devletinin idaresi altına girmesiyle ortaya çıkan hukuki bir durumdu. Bu sisteme göre, zimmilerin belirli birtakım vergileri ödemek ve yükümlülükleri yerine getirmek kaydıyla başta ibadet olmak üzere birçok konuda özgürce davranabilme hakları mevcuttu.

Bu bağlamda Osmanlı topraklarındaki en büyük gayrimüslim topluluğu oluşturan Ortodokslar da ayrı bir millet olarak örgütlenmişlerdi. Ortodoksların yönetimi de en büyük dini kurum olması hasebiyle Rum Patrikhanesi’ne bırakılmıştı. Patrikhane’nin otoritesi ve egemenlik alanı cemaate yönelik bazı dünyevi işleri (evlilik, miras vs. gibi) içerse de, ağırlıklı olarak dini alanı ihtiva etmekteydi. Patrikhane’nin ekümeniklik statüsü siyasal olmayıp, dini bir otoritenin varlığına işaret etmektedir. Sanılanın aksine, kimi olağanüstü dönemler hariç tutulursa bu otorite hiçbir zaman dünyevi bir nitelik de kazanmamıştır. Dolayısıyla da, Vatikan benzeri bir oluşumun ortaya çıkması hem tarihsel, hem de dini gerçekler ile çelişmektedir.

1844’teki açılış nedeni

Zaten 1844 yılında HRO’nun açılmasının başlıca nedeni, Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanan devletlerin, başta Yunanistan olmak üzere kendi bağımsız kiliselerini kurmaları olmuştu. HRO Osmanlı’nın çözülmesine paralel olarak Patrikhane’nin Ortodoks toplumlar nezdinde kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kaldığı manevi otoritesini sağlamlaştırmak ve ruhani birliği sağlamak amacıyla açılmıştı.

Esas Sebep Nedir? Hal böyleyken okulun açılmasına neden karşı çıkılmaktadır? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle okulun açılmasına karşı çıkanların argümanlarına göz atmak gerekiyor. Soruna yakından bakılınca esas problemin Türkiye’deki laiklik anlayışından kaynaklandığı görülecektir. HRO’nun açılması halinde, arkasından İslami kesimin de benzer taleplerde bulunacağı ve bunun da laik sistemin zarar görmesine yol açacağı düşüncesi okulun açılmasının önündeki en büyük engeli oluşturmakta.

Abartılı argümanlar

Ne var ki, açıkça ifade edilemeyen bu durum konunun dolambaçlı yollardan ve çok abartılı bir şekilde Patrikhane ile HRO üzerinden bambaşka argümanlar kullanılarak ele alınmasına sebep oluyor. Okulun Türkiye için tehdit oluşturduğunu iddia edenler, bu iddialarına yönelik kanıtları ortaya koyamamaktadırlar. Ayrıca bu uygulama ile Patrikhane’nin ruhban ihtiyacının sağlanması adına her geçen gün Yunan kilisesine daha bağımlı hale gelmesine yol açtıkları da bilinen bir vakıa. Hiç şüphesiz ki, bu da, bütün bu ulusalcı söylemler ile ciddi bir tezat oluşturuyor.

Bu konudaki ikinci tezat da, Patrikhane’nin ve HRO’nun bir Türk kurumu olduğunu söyleyip, sonrada bu kurumları Yunanistan’a karşı mütekabiliyet esası bağlamında yabancı bir kurummuş gibi kullanma yaklaşımında kendisini gösteriyor. Lozan Anlaşması’nda bu anlamda bir karşılıklılık ilkesi mevcut değildir. Anlaşmanın 45. maddesine gönderme yapılan durum, sadece bu maddeden önce Türkiye’dekiler için sayılan azınlık haklarının, Yunanistan’da da aynen geçerli olduğunu; onu da bağladığını işaret etmektedir. Dolayısıyla HRO’nun açılmasına karşı çıkanların argümanları, hem uluslararası anlaşmalar, hem de iç hukuk mevzuatı açısından sağlam gerekçelere dayanmamaktadır.

HRO’nun Hukuki Durumu Üzerine Bir Değerlendirme

HRO Lozan Anlaşması’nın 40. maddesi kapsamına giren okullardandır. Yani azınlıklara mensup Türk uyrukluların dini ve sosyal kurumlar ile eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek hakkına sahip olmaları ile ilgili maddeye dayanmaktadır. Okul, kapatılmasına gerekçe olarak gösterilen 625 sayılı yasa ile açılmış olmayıp, faaliyetlerini 1844’ten beri sürdürmekteydi. Lozan Anlaşması imzalanırken var olan okulun sonradan çıkan bir yasaya dayanılarak kapatılması, uluslararası sözleşmelerin yasalardan üstünlüğü ilkesine ters düşer. Ayrıca 1971 yılında kapatılan özel yükseköğrenim kurumları öğrencilerinin öğrenimlerine devam edebilmeleri için 1472 sayılı yasa ile mevcut üniversite ve yüksekokullara bağlanmaları sağlanmışken, HRO hakkında böyle bir işlem yapılmamıştır.

Kapatma kararı tartışmalı

Görülmektedir ki, HRO hukuken tartışmalı bir karar ile kapatılmıştır. Okulun yeniden açılması noktasındaki çabalarsa Lozan Anlaşması’ndan sonra çıkarılmış bir yasaya dayanılarak engellenmektedir Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, siyasal bir girişime hukuki bir kılıf uydurulmaya çalışılmaktadır.

Neden Dolayı Bu Okul Açılmalıdır? Her şeyden önce HRO’nun kapanmış olması, Türkiye’nin kurucu anlaşması olan Lozan’a aykırıdır. İkincisi çağdaş uygarlık düzeyini yakalama iddiasındaki Türkiye’nin idealleri ile örtüşmemektedir. Son olarak da, üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği sürecine ters düşmektedir. Ancak bütün bu gerekçelerin ötesinde HRO’nun kapatılmış olması, din ve vicdan özgürlüğünün kullanılması bağlamında temel insan haklarının ihlali anlamına gelmektedir. Bu durum ruhunu katı bir pozitivizmden alan Türkiye’deki laiklik anlayışının sorunlu yüzünü bir kez daha göstermektedir.

Bu noktadan hareketle okulun açılıp açılamayacağına baktığımızda, hem uluslararası hukuk, hem de iç hukuk açısından bir engel olmadığı görülecektir. Burada eksik olan tek şey mevcut siyasal iradenin göstermesi gereken cesarettir. Sanıldığı gibi bu okulun açılması halinde muhafazakâr kesimlerden bugünkü siyasal iktidara bir eleştiri de gelmeyecektir. Esas güvensizlik mevcut iktidar ile devletin kurucu unsurları arasındadır.

Sürünceme sakıncalı

Dolayısıyla HRO’nun açılarak bu meselenin çözülmesi her şeyden önce bir iç sorunun halledilmesi anlamına gelmektedir. Ancak iç sorunların çözüme kavuşturulmayarak sürüncemede bırakılmasının yol açtığı yeni sorunlar, bu tarz konuların giderek uluslararasılaşmasına sebep olmaktadır.

Şu gerçek unutulmamalıdır ki, içeride çözülemeyen sorunlar günümüzün küresel dünyasında uluslararası bir soruna dönüşmekte ve daha da ağırlaşmış olarak yeniden önümüze gelmektedir.

Bu yüzden de bu tarz sorunların sürüncemede bırakılmaksızın çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Türkiye’nin bu sorunu çözebilecek tarihi tecrübeye sahip bulunduğu ise kuşku götürmez bir gerçektir.

Mehmet Ali Gökaçtı: Araştırmacı, yazar

Yorumlar kapatıldı.