İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu söz bu Bakan´ın ağzından nasıl çıkar?

Fikri Akyüz

Birkaç gündür Sevan Nişanyan’ın “Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü” ve “Elifin Öküzü” isimli kitaplarını okuyorum.

“Sevan Nişanyan da kim?” diyenler olabilir; kendisi “Türkiye Cumhuriyet’ine vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu için otomatik olarak Türk olan”(!) bir Ermenidir.

(Bu cümleyi biraz açalım: Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olmayan ve Yunanistan’da doğup büyüyen bir soydaşımıza biz şimdi ne demiş olacağız?)

Nişanyan, çok gezdiği için mi çok bilen biridir, yoksa çok bildiği için mi çok gezmektedir, kendisiyle gezmediğim için bilemiyorum.

Öyle ya, adamın bir kere adı “sakat”; o nedenle her türlü komplo teorisine uygun bir isim!.

Örneğin “Sevan”, “seven” diye anlaşılmalıdır ve seven sözcüğü 7 anlamına gelmektedir..

Türkiye 7 bölgeden ibaret olduğuna göre, bu zat Türkiye’nin tüm bölgelerini ele geçirmeye çalışan bir Ermenistan hülyasının ajanıdır!

Dolayısıyla maksat gezmek değil, gezdiği yerleri “nişanlayıp”, bilahare Ermenistan’la gerdeğe sokmaktır; üstelik birbirlerini sevmemesine rağmen!

Geçtiğimiz günlerde “raflarda gezinirken”, bu kez “Ankara’nın doğusundaki Türkiye” isimli kitabını görmüş, almış, okumuş ve çok beğenmiştim. (“Çok gezen çok bilir” cümlesini hep yanlış anladığımdan ben genelde “raflarda gezinirim”.)

Düşününüz; bir Ermeni vatandaşımız bir kitap yazıyor ve bu kitabı okuduktan sonra benim ulusalcılık değil ama vatanseverlik damarım kabarıyor.

İşin hazin tarafı şudur ki, Türkiye’nin “Karun” kadar zengin bir kültüre sahip olduğunu hatırlatıp geçmişte pek çok medeniyete beşiklik ettiğini söylediğinizde, bu, sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin birkaç sahibinin olduğunu söylemişsiniz gibi algılanabiliyor.

Soykırım lafının ne anlama geldiğini bile bilmeyen Ermeni diasporasının “Türkler bizi soykırıma uğrattı” şeklindeki feci cümlesinin vahameti ne ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin 85 yıl sonra hala “Ermeni milisini doğrama piyesi”ni kurtuluş törenlerinde oynatmasının vahameti aynı derecededir.

Gözümle tanık oldum; bir kurtuluş gecesinde “zoraki Ermeni milis kuvveti” yapılmış bir oyuncuya “Şerefsiz Ermeniler..” diyerek böğrüne “sanal süngü” saplandığında, yanımda oturan bir yakınımın çocuğu, babasına “Baba, Ermeniler mi daha çok şerefsiz yoksa Çingeneler mi?” demişti.

Ve birkaç gün sonra bu yakınımın evine misafirliğe gittiğimde, çocuk oyuncak Barbie bebeği yere yatırmış “Gebertirim lan seni şerefsiz Ermeni..” dediğinde babasının yüzünde mahcubiyet duygusu belirmişti.

İşte bir Türk babanın yüzüne yansıyan o mahcubiyetin vebali, yıllar yılı körpe beyinlere nakşolunan o “düşmancılık histerisi”nin şaha kaldırılışıdır.

“Bu topraklarda”, (biraz Nihat Genç jargonu oldu ama olsun..) şeref denilen o mistik duygudan nasiplenmemiş Ermeni yok mu, elbette var.

Peki, madrabaz Türk, yobaz Sünni, ahlaksız Alevi, haysiyetsiz Çerkez, sübyancı Arnavut yok mu?

“Türkiye, toptan satılıyor..” diyenler, olaylara ve kişilere niçin “toptancı” gözüyle bakıp işportacı ağzıyla bağırıyor; hatta bağırmakla kalmayıp “çağırıyor”?

Biz ki, “şeriatçı” diye nitelendirdiğimiz Osmanlı’da onlarca Ermeni milletvekili ve bürokrat varken, 2006 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nde neredeyse Ermeni gazeteci bile barındırmamak için ant içiyoruz.

Bu memlekette bir Onno Tunç, bir Garo Mafyan, bir Ara Güler, bir Sevan Nişanyan’ın mevcut bulunması ve üstelik “velût” birer insan olmaları bir Türk ve Müslüman olarak beni ziyadesiyle mutlu ediyor.

İşte Türk olmaktan dolayı kendisini mutlu hisseden biri olarak, “Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir” diyen Atatürk döneminin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’u alkışlamadığım zaman, ben eğer cahil değilsem hain mi olmuş sayılacağım?

Yani şimdi, Edison Türk olmadığına göre, Edison en kötü Türk’ten de mi kötü oluyor?!

Yorumlar kapatıldı.