İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

301 Kere Aşağılanmak (1)

Rahmi Yıldırım

ANKARA- Orhan Pamuk zaten ünlüydü, piyasası vardı, sayelerinde daha ünlü oldu, piyasası genişledi.

Sayelerinde Elif Şafak da dünyaca ünlü oldu, piyasa edindi, rüyasında görse hayra yormayacağı derecede reklamı yapıldı.

Davacılarına, protestocularına, siyasetçilere ne denli teşekkür etseler azdır.

Oysa haklarında dava açılması gerekmiyordu. Eserlerinde ülke eleştirisini “kazanç” kapısı haline getirdikleri varsayılsa bile yargılanmamalıydılar. Asıl, yargılanmakla kazandılar.

Orhan Pamuk, bir röportajda 1 milyon insanın öldürüldüğünü iddia etti; Elif Şafak bir roman kahramanına Ermeni Soykırımı’ndan söz ettirdi. Pamuk ve Şafak haklarında dava açılmadan önce kaç kişinin haberi vardı bu tartışmadan, linç gösterili davadan sonra kaç kişi haberdar oldu? Akıl terazisine vurmaya değmez mi?

Sözümona Türklüğün onurunu koruma amaçlı Ceza Yasası maddesine göre yapılan yargılamalar ile Türklüğün onuru mu korundu? Yoksa, Türkiye’nin insan hak ve özgürlüklerini hazmedememiş bir ülke olduğu mu tescil edildi?

Yazarları yargıladığımıza, linç etmeye kalktığımıza bakanlar, yazarların yargılanan sözlerine hak bile vermişlerdir. Sonuçta, Türklük asıl, bu davalarla, linç provalarıyla aşağılanmış oldu.

Yargılanmamalıydılar

Yargılanmaları gerekmiyordu. Yazmaktaki amacı, beklentisi ne olursa olsun, bir romancıyı, eserindeki kurmaca kişilere, egemen resmi görüşe ters gelecek ne söyletirse söyletsin, yargılamak, bir de linç etmeye kalkmak, en hafif deyimle hamlıktır, ilkelliktir.

Çünkü, adı üstünde romandır, kurmaca bir metindir; olmuş ya da olması mümkün olayları yer ve zamana bağlayarak anlatır.

Gerçek hayatta olduğu gibi, romandaki tipler ve karakterler de, tarihteki bir faciaya, resmi görüş doğrultusunda “tehcir” diyebilecekleri gibi, resmi görüşün tersine “soykırım” da diyebilirler. Romandaki Ermeni tipin “tehcir”den hayır dua ile söz etmesi beklenemez herhalde. Sonuçta ortaya çıkan metin suç belgesi değil, yazarın yeteneğine göre iyi ya da kötü bir romandır ki, savcılardan, provokatörlerden ziyade eleştirmenlerin, edebiyat tarihçilerinin ilgi alanına girer. En fazla, başka bir romancı da çıkar, eserindeki Ermeni tipe “Hak ettik. İhanetimizin cezasını gördük…” dedirtir. Böyle yazacak romancının da müşterisi vardır elbette.

Kerinçsiz siyasetçiler

Haklarında dava açılmamalıydı. Hadi bir gaflet eseri dava açıldı, linç provasına dönüşen protesto gösterileri tuz biber oldu. Sonuçta, üzerine titrenen Türklük çok daha utanç verici biçimde aşağılandı. Sırt çantamız, bizden sonraki birkaç kuşağı da idare edecek rezaletle dolu zaten.

Bütün bunların üstüne, Başbakan ve ana muhalefet lideri başta olmak üzere “kerinçsiz” siyasetçilerin koro halinde, “301’in kaldırılmasına karşıyız, Avrupa’da da var” diye rezalete çanak tutmalarına, tüy dikmelerine hiç gerek yoktu. Tüy diktikleri malzeme zaten üretim fazlasıydı.

Dışişleri Bakanı sıfatını taşıyan kerinçsiz, 301 davalarını “Geceyarısı Ekspresi” filmine benzetiyor, siyasetçi olarak kendi sorumluluğunu görmezlikten geliyordu.

Adalet Bakanı sıfatını taşıyan kerinçsiz de, insanları salak yerine koyarak, 301’inci maddeyi kendisi çıkarmamış, 301’den bir tek Orhan Pamuk yargılanmış, bir buçuk yılda 80 kadar kişi yargılanmamış gibi, hiç sıkılmadan, “Başımıza bu işleri Orhan Pamuk açtı” diyebildi.

Türklüğü aşağılamak diye bir suç varsa, uzağa gitmeye gerek yok, yazarları değil, kerinçsiz siyasetçileri yargı önüne çıkarmalı.

Kerinçsiz siyasetçiler pişkin davransalar da, sözünü ettikleri malzeme Orhan Pamuk davasıyla önümüze konmadı. Bakan’ın iddia ettiğinin tersine, Orhan Pamuk “Öyle demedim” diye inkâr etse ve yargılanmasaydı bile o malzeme önümüzde hep vardı. Hayatımız, gırtlağımıza kadar gömüldüğümüz bu malzeme çukurunda debelenmekle geçti, geçiyor.

Yine de bir tasnif yapmak gerekirse, debelendiğimiz malzeme çukuruna son sevkiyat, iki yıl önce bugünkü hükümet eliyle gerçekleşti. Hükümet, kerinçsiz muhalefetin ve sözümona demokrasi kalesi AB’nin desteğini de alarak şimdiki Ceza Yasası’nı çıkardı. AB yanlısı çevreler yeni TCK’yi “devrim” olarak sahiplendiler, AB’ye uyum sürecinde gösterdiği kararlılıktan dolayı Başbakan’ı “İkinci Atatürk” ilan edip AKP’ye övgüler yağdırdılar. Sonuç ortada. Yeni TCK, AB’ye uydu, tam üyelik müzakerelerinin başlamasıyla “ödüllendirildi”; ama, yeni TCK demokrasiye uymadı.

301’inci maddenin, yanı sıra 25 kadar maddenin düşünce ve ifade özgürlüğüne darbe vurduğu o tarihte çok yazıldı, söylendi. Heyhat ki, iktidarda, “tramvay demokratı” Başbakan vardı, bindiği tramvayda İslami yolculuk rüyası görüyordu. Üniversiteler dahil, toplumsal sınıf ve katmanların yasama sürecine katılımlarına zaman ve fırsat vermedi; kişiliksiz dış politikasının, faşizan iç politikasının, IMF’ye ettiği biatın üzerine zina örtüsü serdi. Rüyadan uyandırıldığında Brüksel metrosundaydı, zina örtüsü, Ceza Yasası’nın faşizan maddelerinin üzerine de serilmişti.

Türklüğü aşağılamak?!

Düşünce özgürlüğü olmadan refahın güdük kalacağını, sosyal hayatın tat ve zenginlik kazanamayacağını, ülkenin bilimsel, estetik, entelektüel açıdan kısırlaşacağını, ülke bütünlüğünün asıl düşünce özgürlüğüne ve temel haklara işlerlik kazandırılarak korunabileceğini, baskıyla zulümle güçbela korunabilen bütünlükten kimseye zaten bir hayır gelmediğini, gelmeyeceğini anlatmak zorunda kalmak, tahammül edilemeyecek bir ıstırap ve utanç kaynağıdır. 301’inci madde tam da böyle bir ıstırap maddesidir.

Madde, en başta Türklüğün aşağılanması diye bir suçtan söz ediyor, üç yıla kadar hapis cezası getiriyor. Peki, aşağılanmaya karşı kanunla korunmaya muhtaç tutulan Türklük nedir? Yanıtsa eğer, madde gerekçesinde yazılı:

“Türklük deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık Türk Milleti kavramından geniştir ve Türkiye dışında ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar…”

Aslında, “Türklük nedir?” sorusuna hiçbir yanıt getirmiyor. Aşırı ölçüde geniş kapsamlı, öyle olduğu için de sorunlu. Pantürkist bir iştahla kaleme alındığı kuşkusuz.

Bu denli geniş kapsamın içinde, “müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık” niyetine nelerin olduğu belirsiz.

“Türk Milleti” kavramından daha geniş olduğuna ve Türkiye dışında aynı kültürün iştirakçilerini de kapsadığına göre, kimlerdir bu “Türklük” iştirakçileri? Birçoğunu deli, ayyaş diye bildiğimiz Osmanlı padişahları da var mı iştirakçiler arasında? Sözgelimi, devrik Kırgızistan lideri Askar Akayev için “rüşvetçi”, Türkmenbaşı Saparmurad Niyazov için “deli” dense, bu maddeye göre Türklük aşağılanmış mı olur?

Gerçekten nasıl bir şeydir Türklük?

Kafatası ölçüsü mü, kafatasının içindeki beyin ağırlığı mı, gözlerdeki çekiklik mesafesi ve açısı mı, alyuvar ve kromozom sayısı mı? Ya da başa geçirilen börk mü, kalpak mı, melon şapka mı, yaşmak mı, türban mı, kınından çekildiğinde mutlaka kanlanması gereken kılıç mı? Müşterek kültür, kımız, yoğurt, ayran ve pastırma mı?

Türklüğü aşağılama suçu nasıl işlenir?

Aziz Nesin, “Türklerin yüzde 60’ı aptaldır” dedi, sonra 1982 Anayasası’na verilen ‘evet’ oylarına atıfla, aptallık yüzdesini 92’ye çıkardı. Yazar Ergun Göze, bu sözleri üzerine alınarak Aziz Nesin’i mahkemeye verdi. Mahkeme, Nesin’in sözlerini eleştiri sayıp davayı reddetti.

Mahkemenin kararıyla Ergun Göze’nin aptallığı tescil edilmiş mi oldu, bilinmez; ama, “aptal” demekle Türklük aşağılanmadığına göre, Türklük nasıl aşağılanabilir?

Yazar Mine Kırıkkanat, “müşterek kültürün iştirakçisi” bazı Türkler’i “Don paça soyunmuş, geviş getirip geğirerek yatan, göbekli, kısa kalın bacaklı, uzun kollu ve kıllı, pis pis ter kokan, har hart kaşınan, denize donuyla giren hilkat garibesi” diye nitelendirmişti.

Hatırladığım kadarıyla, başkaları da Mine Kırıkkanat’ın “Fransız usülü geviş getirdiğini, ırkçı olduğunu” filan yazdılar. Sonuçta, Mine Kırıkkanat, yazdığı gazeteden kovuldu, o kadar. Ne Türklüğü aşağılamakla suçlandı ne hakkında dava açıldı ne de linç edildi. Doğrusu da buydu.

Gerçekten Türklük nasıl aşağılanabilir?

“Müşterek kültür ve tarih” içinde Osmanlı’ya da yer olduğu kuşkusuzdur. Peki, Osmanlı döneminde Türk “etrakı bi idrak” değil miydi? Bayramı bilmeyen Türk, ayranı lak lak içmez miydi? Bu maddeye göre, Osmanlı padişahlarını ve yöneticilerini de yargılamak gerekmez mi?

Şimdilik neticei kelâm ve ara fikir:

Bu kafayla gittikçe, biz daha çook aşağılanırız.

Yorumlar kapatıldı.