İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Demokrasi ve asker

Ergun Babahan
Türkiye genç bir cumhuriyet. Bu cumhuriyet, yaklaşık ilk çeyreğini tek parti rejimi altında yaşadı. Tek parti diktası demek daha doğru olur.

Dünyadaki totaliter rejimlerden etkilenen ülke yönetimi, farklı unsurlardan oluşan halktan bir ulus yaratmak için Türk kimliğine vurgu yaptı.

İstiklal Mahkemeleri, Varlık Vergisi gibi olaylar bu tek parti yönetimine damgasını vurdu.

Ardından 1950-1960 arası çok partili rejime geçiş sürecini yaşadık. CHP-asker işbirliği, son dönemdeki yanlışlarıyla onların ekmeğine yağ süren Menderes yönetimini bir darbeyle devirdi.

Demokratik anayasasına rağmen bundan sonra ordunun bir kurum olarak iç siyasetteki rolünün arttığına tanık olduk.

1971 muhtırası ve faşist rejimi bu rolü iyice ağırlaştırdı, ardından 12 Eylül darbesiyle asker sistem içindeki rolünü iyice pekiştirdi. 28 Şubat bu rolün tam olarak açığa çıktığı dönem oldu.

Diyeceğim 80 küsur yıllık cumhuriyetin önemli bir dönemi sivil iktidarların Kürt meselesi, dinle ilişkiler, din eğitimi gibi kritik konularda ağırlığını ve tavrını koyamadığı bir dönem oldu.

Zorunlu din dersi, imam-hatip liseleri gibi uygulamalar Amerika’nın Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde askeri yönetim tarafından uygulamaya konuldu mesela.

Aynı şekilde Kürt meselesinde de mücadele biçimini, özgürlüklerin çerçevesini belirleyen devlet politikası, dolayısıyla askerler oldu.

Özetle, Türkiye bugün dinle ilişkiler ve Kürt sorununda sıkıntı yaşıyorsa, bunda sivil iktidarların günahı silahlı bürokrasiye göre daha azdır.

Demokratik dönemi karanlıklar çağı olarak niteleyenler bu gerçeği sürekli görmezden geliyor.

Menderes geldi kötü denildi devrildi, Demirel iki kere devrildi, Çiller tukaka edildi, Ecevit gençlik yıllarında komünist bulundu, Yılmaz hakkında akla gelmez dedikodular çıkarıldı. Şimdi de Erdoğan hedef oldu.

Onların hayalindeki yönetim, Sezer’in cumhurbaşkanı, CHP’nin iktidar, ordunun strateji çizici olduğu bir model.

Ama yaşamın gerçekleri böyle değil.

Ülke nüfusu, devletin bilinçli politikaları sonucu ağırlıklı olarak müslüman hale getirilmiş, Ermeni, Rum ve Yahudi nüfus çeşitli biçimlerde tasfiye edilmiş.

Şimdi yüzde 99’unun müslüman olduğu vurgulanan bir coğrafyadayız. Halkın inancıyla kavga ederek, baskı altına alarak bir yere varılamıyor. Varılsa, Rusya’nın şimdi dinsiz olması gerekirdi.

Aynı gerçek Kürt meselesinde de karşımızda. Güneydoğu nüfusumuz Kürtler’den oluşuyor ve bu nüfus ağırlıklı olarak devletle yıldızı barışmayan partilere oy veriyor.

Demokrasiyi sorun olarak görüp devreden çıkarmak isterseniz bu sorunlar kar topu gibi büyüyerek önümüzdeki dönemde birlik ve beraberliğinizi ciddi biçimde tehdit edecek şekilde karşınıza çıkacaktır.

Dünya tarihi sorunların baskı yöntemleriyle çözülemediğini, baskı ve şiddetin sadece sorunları ötelemeye yaradığının örnekleriyle dolu.

Her fırsatta demokrasiyi karalayıp bürokrasiyi yağlayarak bir yere varamazsınız.

Anti-demokratik dalganın giderek yükseldiği bu atmosferde bir daha hatırlatayım dedim.

Ermeni meselesi

Türk vatandaşı bir Ermeni, “Ermeni soykırımı olmuştur” dediği için hakkında dava açıldı.

Bunu sorgulayıp tartışmak gerekirken Fransa “Ermeni soykırımı yoktur” diyenlerin bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını isteyen bir yasa tasarısını yeniden gündeme getirdi.

Hollanda da ise Ermeni soykırımını kabul etmeyen Türkler seçimlere katılma şansını kaybetti.

Türkiye, Hırant Dink’i tarihe ilişkin, üstelik Osmanlı tarihine ilişkin bir iddiası nedeniyle yargı önününe çıkarmakla hata yapıyor.

Ancak Avrupalılar da bu konudaki önyargıları ve tavırlarıyla Türkiye’nin demokrasi mücadelesini baltalıyor.

Fransa eğer Türk halkının “Lanet olsun, ne haliniz varsa görün” diyerek AB iddiasından vazgeçmesini hedefliyorsa, unutmasın bundan en büyük zararı yine Avrupa görecektir.

AB hedefini kaybetmiş bir Türkiye, Avrupalıları kara düşüncelere sokmalıdır.

Yorumlar kapatıldı.