İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Başka kapıya!”

Ferhat Kentel

Deniz Baykal sahnede… Dört elle, dişle tırnakla sarıldığı koltuğunun önündeki kürsüden kendi milletvekillerine sesleniyor:

“Türkiye’de insanlar başı dik bir biçimde ‘Türküm’ demek istiyor. Buna niye saygı göstermiyorsunuz? Neredeyse Türk olduğumuzdan ötürü özür dilememiz istenecek. Başbakan Türklüğe hakaret etmeyi suç olmaktan çıkarmanın ayıbını taşıyacak ortak arıyor. Ben de ona ‘Başka kapıya’ diyorum. CHP’den sana destek yok.”

“Başka kapıya!” formülü Baykal’ın hoşuna gidiyor; bir kaç kere tekrar ediyor. Milletvekilleri de onu –bu lafla öngördüğü gibi- alkışlıyorlar. Çünkü bu tür lafların zaten alkış almayı kolaylaştırdığını biliyor; yani oynadığı oyunu biliyor. Seyirciler de biliyor; sahnedeki oyuncunun bu lafları alkış almak için ettiğini biliyor ve onu zor durumda bırakmamak ve onun performansının düşmemesi için, bir bakıma “aktörle” dayanışma gösteriyorlar.

Yani herhangi bir tiyatroda, herhangi bir oyunu seyrederken seyircilerin oyunculara duyduğu saygıya benzer bir durum var; oyuncuyla kurulan empati gibi… Eğer oyuncu kazayla ayağı tökezleyip düşerse, repliğini şaşırırısa, onu bozmamayı, hatta herkesi bir anda rahatsız eden o talihsiz kazadan bir an önce onu kurtarmak üzere gösterilen sempati gibi… Mesela alkışlayarak, sevimli bir biçimde gülerek…

Bu tür durumlar en çok çocuklarımızın rol aldığı bir tiyatro oyununda karşımıza çıkar. Anneler babalar çocuklarının bir hata yapmaması için, oyunun başından sonuna kadar gerilim içindedir. Çocuk bir hata yaptığı takdirde, sadece onun ebeveynleri değil, bütün diğer anneler ve babalar da çocuğu o zor durumdan kurtarmak için bulundukları yerden ellerinden geldiğince destek olurlar, alkışlayarak devam etmesi için cesaret verirler. Oyun hatasız bittiği zaman derin bir “oh!” çekilir. Çocuk görevini layıkıyla başarmıştır, “rezil olmamıştır”; babalar ve anneler de “başarılı çocukları” sayesinde “rezil olmaktan” kurtulmuşlardır.

Gene tabii ki, sahnelenen oyunlar birbirine benzemek zorunda değil. Kimi oyun insanlara hoşça vakit geçirmek, güldürmek için, kimi düşündürmek için, kimi ajitasyon için, kimi insanlık hallerinin acılarını, karmaşıklığını ve derinliğini anlatmak için yazılır; kimi klasik, kimi de deneysel bir biçim taşır, varolan kalıplar zorlanır…

Tabii ki, CHP oyununun sergilendiği sahne de sıradan bir sahne değil; sahnedeki oyuncu da sıradan bir oyuncu değil. O hem gözetlenen ve hem de onları gözetleyen bir oyuncu ve oyunun kurallarının, gidişatının, finalinin tespit edilmesinde en önemli role sahip bir oyuncu. “Seyirci milletvekillerinin” içinde bulundukları gözetlenme hali, onların “uysal, uygun ve uyumlu seyirciler” olmasını gerektiriyor.

Ancak bir “gözetleme makamı ve mekanı” olarak CHP sahnesinde sergilenen oyun çok “sıradan” bir oyun. Bu sıradanlığın gücü o kadar yüksek ki, cari olarak kabul edilmiş, öyle öğretilmiş sıradan kalıplar sunulduğu zaman, “beklendiği gibi” tepki göstermeyi mecbur kılan bir sıradanlık… Bir santim aşağıya inip, “acaba gerçekten öyle mi?” diye soru sordurmaya bile engel olabilen bir sıradanlık… Sahnedeki oyuncunun taşıyıcısı olduğu “tahakküm eden bir sıradanlık”…

Her halükarda sahnelenen oyun, sahnenin yeraldığı binanın dışında gözetlenen hayatla bir biçimde alakalı olmak zorunda… Yani insanları, seyrettikleri oyuna uzaylıların baktığı gibi bir duruma düşürmemeli. Bunun en kolay yolu da o sıradanlıktaki en hakim kalıpları, replikleri sunmaktan geçer, hem en kolay alkış alacak hem de bir santim aşağıya ya da bir santim yukarıya kafanızı kaldırıp yorulmak zorunda bırakmayan kalıpları…

“Türkiye’de insanlar başı dik bir biçimde ‘Türküm’ demek istiyor. Buna niye saygı göstermiyorsunuz?” diyerek yeniden bir fasıl alkış daha garantilenmiş olur… Böylece, sıradanlığın dışında kalanlar da “üretilmiş” olur: “Onlar ‘Türküm’ denmesine saygı göstermeyenlerdir!”…

Onları “‘Türküm’ denmesine saygı göstermeyenler” olarak tanımladıktan sonra, sonra, sıradanlığı rahatsız edecek alternatif repliklerin, alkış almayacak repliklerin sahneye girmesine ve başoyuncudan rol çalmasına da izin verilmemiş olur.

Bu sayede, kendi gayri müslim vatandaşlarını “yabancı” olarak gören, “onlar” diyerek ayıran; olmayan bir takım devletler ya olsa bile topraklarında Türklerin yaşamadığı devletler karşısında kendi vatandaşını “mütekabiliyet” adı altında esir ve rehin alan bu sıradanlık üzerine boşuna kafa yorulmamış ve “kötü bir seyirci” olarak dikkat çekilmemiş olur.

CHP’nin oynadığı işte üç aşağı beş yukarı böyle bir oyun… Yani her gün her yerde oynanabilecek türden, fazla düşünmeyi gerektirmeyen, basit bir-iki teknikle beklenen olumlu tepkileri almayı hedefleyen, oyun sahnelendikten sonra, insanların zihinsel konforlarını zorlamadan, fazla dert yaşamadan evlerine dönmelerini sağlayan bir oyun…

Yorumlar kapatıldı.