İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Ruhu´ olmayan bir madde…

Kürşat Bümin

Dünkü gazetelerin birinde, “Türklük” kavramı etrafında gelişen tartışma çerçevesinde, kalemine önem verdiğim bir yazarın şu satırlarıyla karşılaşmak beni bayağı şaşırttı doğrusu: “… Türklük, sabah erken kalkanın hakarete yelteneceği, dahletmeye kalkışacağı bir tükürük hokkası değildir. Her mensubiyet sıfatı gibi Türklük de –saygı değil- ama hakarete uğramama mâsuniyetini hak ediyor. Kanunun rûhu da budur.”

Şaşırdım, çünkü Cemil Çiçek’ten gelse çok tabii karşılanabilecek bir değerlendirme –demek ki- kendisine bu örnekte olduğu gibi bambaşka özellikler taşıyan taraftarlar da bulabiliyormuş…

Her mensubiyet gibi “Türklük” de tabii ki hakarete uğramama masuniyetini hak etmektedir. İyi ama “kanunun rûhu” gerçekten de bu mudur? 301’in varlığına itiraz edenler gerçekten de bu mensubiyeti “tükürük hokkası”na çevirmek mi istemektedirler?

Bir kere herşeyden önce bu maddenin “ruhu” yok… Bu öyle bir madde ki, “Türklük”ü herkes kendine göre anlıyor.

Bakın mesela: Hrant Dink’i söz konusu maddeden mahkûm eden Şişli Ceza Mahkemesi, “Türklük”ten şunu anlıyordu:

“Her ülkenin kendine göre değerleri vardır. Öyle ülkeler vardır, bayrağından şort yaparsın hoş görülür. Öyle ülkeler vardır, ineğine dokunursun, infial yaratır. Öyle millet vardır ki, kan dedin mi ecdatlarının akıttığı oluk oluk şehit kanı, gelir. Öyle millet vardır ki, kan dedin mi akla bu toprakların her santiminde bulunan ecdat kanı gelir. Bu toprağın her karesi kanla sulanmıştır…”(!)

Üzerinde ciddi olarak düşünülecek (tabii ki neden olduğu endişe yüzünden) bu cümleler bir miting alanında halka seslenen hatibe uygun düşebilir. Ama insaf, bir mahkeme heyeti içine “inekler”in bile karıştığı bu kararı nasıl kaleme alabilir? Demek ki söz konusu “kanunun ruhu” buna izin verir niteliktedir.

Bakın mesela: Dink’in davasını görüşen ve karara bağlayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda çoğunluk görüşüne katılmayan Osman Şirin ve Muvaffak Tatar, yukarıda bir bölümünü aktardığım yerel mahkeme kararında “Türklük” kavramının ırkçı bir ulusculuk anlayışıyla özdeşleşen gerekçelerle izaha yeltenildiğini söyledikten sonra şöyle devam ediyorlardı: “Tarihin derinliğinden bu yana süregelen birliktelikle oluşmuş bu üst ve birleştirici değerin, sadece Türk ırkını değil, değişik dil, din ve ırklara mensup olanları da kapsadığını, Ermenilerin de bu oluşumda aynı devlet ve bayrak altında ‘millet-i sadıka’ adlandırılmasıyla yerini aldığını gözden kaçırmıştır.”

Gelelim son hatırlatmaya:

Siz bakmayın Adalet Bakanı’nın “301 kapı numarası değildir” diyerek işi “şakaya vurup” tartışmayı sulandırmaya çalışmasına. Bu maddenin ilk paragrafının (“Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”) hangi “sınır tanımayan hukukçu”(!) tarafından kaleme alındığını bilmediğimiz gerekçesi sözünü ettiğimiz “ruhu” bakın nasıl açıyor:

“Maddede geçen Türklük deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu kavram Türk Milleti kavramından geniştir ve Türkiye dışında yaşayan ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar….”

Nasıl bir “kanun ruhu” ile karşı karşıya olduğumuzu görüyorsunuz… Bir taraftan “Türk” ya da “Türklük” tarifi bahsi açıldığında her zaman “Kastedilen vatandaşlıktır canım..” diyerek Renan’ı hatırlatacağız, bir taraftan da Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı bulunmayan bir takım ülkelerin halklarını Türk Ceza Kanunu ile korumaya çalışacağız… Bugüne kadar eşine rastlanmamış bir “gerekçe yazma” tekniği doğrusu. Yeri gelmişken, Turgut Tarhanlı’nın (Radikal) gerekçenin bu bölümüne ilişkin şu tespitini de aktaralım:

“Doğrusu, Dışişleri Bakanlığı’nın, dış ilişkilerdeki bu ‘cezai yaklaşım’ parametresini nasıl mütalaa ettiğini öğrenmek ilginç olabilirdi.”

Toparlayacak olursak: 301. madde cismi ve ruhuyla bir an önce TCK’dan defedilmelidir. Yok eğer bu fazla geliyorsa, hiç değilse Sami Selçuk’un önerdiği gibi “Türklük” ifadesi yerini “Türk ulusu”na devretmeli ve maddenin bugünkü halinde sona itilmiş olan “eleştiri” hatırlatması suçun tarifine dahil edilerek suçlar hakkında kovuşturma yapılabilmesi yürütmenin iznine bağlı kılınmalıdır. Dünyayı üzerimize güldürmeyecek yeni bir “gerekçe”yi de unutmadan tabii ki…

Yorumlar kapatıldı.