İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Korkma, yürü…

Mehmet Altan

Mübarek Ay’ın gelişiyle ben en büyük dalgalanmayı, yumurtadan bakliyata Ramazan sofralarında beklerken, sarsıntı para piyasalarında oldu. Döviz kuru ve faiz yükseldi, borsa düşüverdi.

Yükselen ülkelerdeki kargaşanın petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte ortaya çıkardığı bu tablo, IMF’in uyarısındaki “İkinci Dalga” mıdır, değil midir sorusu tartışılıyor. Cevap aranıladursun, küresel tedirginlik en çok Türkiye’yi vurdu.

Tayland’da darbe olunca, Macaristan’da halk sokağa çıkınca ya da Polonya’da koalisyon dağılınca bundan etkilenen bir makro denge üzerinde sörf yapıyoruz.

* * *

Siyasal tablo ise, “kim daha Türk” çekişmesine kilitlenmiş gözükmekte… Bir yaşına gelmeden ölen bebekleri, Avrupa’nın kişi başına en düşük gelirine sahip olmayı, işsizliği, sefaleti, bilim ve teknoloji üretememeyi “Türklüğe hakaret” olarak algılamayan, siyasal bir hamaset ile “özeleştiriyi” yok etmeye çalışan bir barbarlık ilkel şovunu en fazla yeni Ceza Kanunu’nun 301. maddesi üzerinden yapıyor. Ana muhalefet partisi bu garip maddeye sahip çıkarken, hükümet de ikircikli… Dünya ise yazar çizer parçalamaya yönelik girişimlere olanak veren duruma tepkili…

* * *

Dokuzuncu Uyum Paketi görüşmeleri ise Türkiye’nin nasıl bir hukuk devleti olduğunu gösteriyor… Tabii siyaset kurumunun “hukuk devleti” anlayışını da…

Türk devleti 1974 yılında “Müslüman” olmayan vatandaşlarının kurduğu vakıfların mallarına el koyuyor ve 2006 yılında bırakın “özür dilemeyi” bu vahşi hukuk skandalını düzeltmekte bile zorlanıyor. Ana muhalefet partisi CHP güya “laiklik” kavgası yapıyor ama Müslüman olmayan vatandaşların “yabancı” sayılması gerektiğini yüzü kızarmadan kürsülerden ifade edebiliyor… İktidar ise bu ayıbı ortadan kaldırarak hukuktan yana tavır almak yerine siyasi hesaplarla tereddüt etmekte.

Vatandaşına zulüm eden, bu zulme son vermeyen bir ülkeye maalesef uyarı gene yeryüzünden geliyor… “İnsanınıza zulüm etmeyin, hukuksal bir tanım olan vatandaşlığı din ekseninde tanımlamayın” uyarısı…

Bu zihniyetin kanunsuzluğu da kışkırttığını, günlük yaşam biçiminin Vahşi Batı’ya döndüğünü, her türlü zorbalığın kol gezdiğini de söylemeye gerek yok…

* * *

Avrupa Birliği Büyükelçisi’yle polemiğe gireceğini önceden duyuran, kendisi görevdeyken hiç kimsenin “paralı askerlik” kararı alamayacağını parlamentoyu yok sayarak rahatlıkla ifade eden bir askeri yetkiliye sahip herhangi gelişmiş bir ülke olmadığı ve olamayacağı da ayrı bir gerçek tabii…

Yasamanın da yürütmenin de askeri bürokrasi tarafından dikkate ve ciddiye alınmadığı bir ülke olmak da “Türklüğe hakaret” sayılmıyor nedense…

* * *

Peki ne olacak ?

Peki ne yapalım ?

Güçlü bir ekonomiye, evrensel bir hukuka, akılcı ve yaratıcı bir siyasal çerçeveye nasıl kavuşacağız…

Ak Parti iktidarı ilk üç yılda bu çerçeveyi kurabileceği inancını attığı adımlarla uyandırmıştı… Şimdi hovardaca cepten yiyor çünkü “dünyalaşma arzusunun” fişini çekti…

Hem Türkiye’nin yapısını, hem de günlük hayatını yüksek standartlar düzeyine getirmeye yarayan reformlar durunca Türkiye de geriliyor… Geriye kaçıveriyor.

* * *

Bu tabloyu “2010 yılına kadar müzakereleri bitirip, 2014’de Türkiye’yi AB üyesi yapacak olan” bir irade değiştirebilir ancak.

Dört yıl içinde müzakereler bitmez ise Türkiye 2014 yılındaki AB Bütçesi’nde yer alamaz. 2014 yılı bütçesinde yer almak, daha başka bir anlatımla o tarihte üye olabilmek için, bu süre içinde müzakereyi tamamlamak gerek… Arada kalacak birkaç yıl, yeni bütçe dönemi için gerekli olan zamanı içermekte… Kısacası dört, bilemedin beş yıl içinde müzakereler bitmez ise 2014 yılında da üyelik söz konusu olamaz…

Olmaz ise ne olur?

Bugün olanların bin beteri…

Elalem kıpırdanınca ekonomisi sarsılan, siyasetini “en Türk” yarışınca belirleyen, Müslüman olmayanı kendi vatandaşı saymayan ve malına fütursuzca el koyan, askerlerin halk iradesini önemsemediği bir ülkeden memnunsanız böyle kalın… Yok değilseniz, kalkın reform istikametinde yürüyün…

Korkmayıp yürüsek, birkaç yıl sonraki Ramazan sofraları çok daha sağlıklı ve umutlu bir Türkiye’de gerçekleşecek.

Huzur içinde koşabileceğiz…

Ama korkuyoruz…

Kendimizden başka korkacak kim var, bunu da tam bilmiyoruz…

Gene de korkuyoruz işte, bir kere alışmışız korkmaya.

Yorumlar kapatıldı.