İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İlerisi ve gerisi, laf-ı güzaf!

Altemür Kılıç

Türklüğü -kendi kendimizi- aşağılamak nasıl olur? Sadece, Elif Şafak’ın “romanın icabı”, “Ermeni ağzıyla” yaptığı gibi, “mesela” diye. “Temiz Ermeni kanına karşı – zehirli Türk kanı” diye içindekileri ortaya dökmesiyle, değil!

Bir TC hükümetinin, Avrupa Birliğinin, Avrupa Parlamento’sunun dayattığı kendi kriterlerini ve hatta kriter olmayan koşulları, kabullenmek. Ve bunlara “uymak” için aşırı çaba göstermek de, Türklüğü -kendi kendimizi- aşağılamaktır!

Bu hükümetin ve Brüksel sevdalılarının “tek kurtuluş yolunun” AB yolu olduğuna inanan,”dalalet ve gaflet” sahiplerinin “Türkiye İlerleme Raporunun” görüşülmesini ve oylanmasını, heyecanla izlemeleri ve oylama neticesini kaderimizi tayin edecek diye nefeslerini tutarak beklemeleri, kendi kendimizi aşağılamak değil midir? Bizler, milletimizin kaderini ve yolunu tayin edecek tek merciin Avrupa Parlamentosu değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu bilirdik. Ne değişti?

AB ve AP toplantılarında, bazı güya, “Türk dostu” Avrupalıların, mesela Ermeni soykırımı iddialarının “şimdilik” ön koşul sayılmamasını, lütfen söyleyenlerden medet ummak kendi kendimizi aşağılamak değil mi?

Avrupa ülkelerinin, Türkiye’yi asla tam üye kabul etmeyecekleri, fakat “ulufe” olarak, AB’nin “bir yerlerine” iliştirileceğimiz belli olduğu halde, bu çıkmaz yolda değerlerimiz pahasına onurumuz pahasına Babacan’ın yaptığı “müzakere sürecinde” çabalaması hem kendini, hem de kendi kendimizi aşağılamak değil midir?

Sayın Başbakanımız “sabrımız tükenirse, biz de Ankara Kriterleriyle yolumuza devam ederiz” buyurmuşlar. Bu “Ankara Kriterlerinin” varlığı (Başbakan, inşallah, Mustafa Kemal’in çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak kriterleri demek istemiştir) malûm idi ise, şimdiye kadar AB oltasına neden takıldık. Çoğu değerlerimizi, savunma mekanizmalarımızı, bu çıkmaz yolda, bozuk para gibi uyum uyum harcadık. Hatta Türklüğe hakareti önleyecek olan 301’inci Maddenin, AB’nin dayattığı gibi, değiştirilmesi neden “düşünülüyor”?!

BOŞ LAFLAR

Lagendjık, Olli Rehn, Kretschmer vb, hatta “lütfen” ve güya bizi “savunanlar” kimlerdir. Ve bizim tarihi birikimlerimizi, tecrübelerimizi ve hassasiyetlerimizi ne bilirler ki. Milletimizin, ülkemizin kaderini onların ellerine, himayelerine bırakıyor, onlardan medet umuyoruz? Bu kendimizi aşağılamak değil midir?

Yok, bu zatlar şöyle demiş, böyle demişler, AP’nin kararları, Ekim’de Konsey tarafından, “belki” yumuşatılacak -yani bir dahaki çamaşıra kadar- yenecek yutulacak hale getirilecekmiş!.

Eski bir Dışişleri Bakanı ve köşe yazarları AB yolunda “tren kazasına” uğramamak için, değerlerimiz onurumuz pahasına da olsa “performansımızı” düzeltmemiz gerektiğini -daha da fazla teslim olmamızı gerektiğini- yazıyorlar. Bu kişiler bu “edilgen” tavırlarıyla hem kendilerini hem de milletimizi aşağılamıyorlar mı?

Asıl gerçek AB’nin Türkiye için batıl ve yanlış adres olduğudur. İlerisi ve gerisi, hep “laf-ı güzaf” yani “boş sözler”!

ASILGERÇEK

Meselenin aslı ve ruhu, Mustafa Kemal’in şu sözlerinde: “Yabancıların himayesini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyet demektir. Ve miskinliklerini itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten, bu aşağı düzeye düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı efendiler getirmelerine asla ihtimal verilmez. Hiçbir bağımsız millet buna razı olamaz. Hangi bağımsız millet kalkınmasını ve geleceğini, yabancıların nasihat ve tekinleriyle yapar? Tarih böyle bir şey görmemiştir.” Atatürk’ün bu sözlerini ve kendi kendilerine-kendimize, güvenlerini kaybedenlere hatırlatıyor ve soruyorum; Mustafa Kemal Atatürk’ün “bağımsızlık, mili egemenlik” konusundaki bütün sözleri, bazılarınca “Arkeolojik kalıntı” yapılmak istenen ANITKABİR’İN duvarlarında “Hitit kitabeleri” gibi mi duracak? Sizlere hiç birr anlam ifade etmiyor mu?

Biliyorum “o zamandan beri dünya çok değişti” diyecekler! Evet, dünya değişti “küresel” oldu. Fakat Türkiye’yi Türklüğü tehdit eden tehlikeler hiç değişmedi, hep aynı. Türklüğü, değerlerimizi, Ordumuz ve kurumlarıyla birlikte değiştirmek maksat ve çabaları hiç değişmedi! Ve “Brüksel sevdalıları” post-modern “Yüzellilikler” de hiç değişmediler… Ali Kemallerin yolunda, AB desteği ve “fonlarıyla” yürümekteler…

Yorumlar kapatıldı.