İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Azınlık Bildirisi’

Mustafa Erdoğan

Bir grup vatandaş gayrımüslim cemaatlere ait vakıf mallarının iadesini sağlamak üzere Meclis’e sunulan kanun tasarısının görüşülmesi sırasında iktidar ve muhalefetin sergiledikleri tutumu kınayan bir bildiri yayınladılar.

Bildiride şöyle deniyor: ‘Yurttaşlık haklarımızı ve sorunlarımızın çözümüne ilişkin taleplerimizi bugüne kadar dikkate almayan ve bunu ancak AB’ye giriş sürecinin bir gereği olarak ele almak mecburiyetinde kaldığını çekinmeden itiraf eden iktidar anlayışı ile, sorunlarımızın çözümüne en ufak bir katkıda bulunmadığı gibi bu toplumun doğal ve tarihsel bir parçası olan farklılıklara bakışta asimilasyoncu yaklaşımın en doruk noktasını sergileyen muhalefet anlayışını aynı derecede kınıyoruz. Görüşmeler vesilesiyle bizleri rehine olarak algıladığını itiraf eden ve ‘mütekabiliyet’ talep eden zihniyete hatırlatmak isteriz ki onların tasavvur ettiği düzen demokratik bir cumhuriyet değildir.’

İçeriği bir yana, ben hayatımda, özlü anlatımı ve düzgün Türkçesiyle, bundan daha güzel bir bildiri okuduğumu hatırlamıyorum.

İçeriğine gelince, buradaki şikâyetin ve kınamanın gayet isabetli olduğunu da teslim etmek zorundayız. Azınlık vatandaşlarımızın bu şikâyeti haklıdır, çünkü resmî çevrelerce -hadi itiraf edelim, Müslüman çoğunluğun hatırı sayılır bir kısmınca da- onlara hep kuşkuyla bakıldığı ve başta mülkiyet hakkı olmak üzere birçok haklarının tanınmadığı veya tecavüze uğradığı da maalesef bir gerçektir. Dahası, öteden beri Türkiye’de azınlıklar genellikle potansiyel bir iç tehdit olarak görülmüş ve hatta -Hırant Dink’in hatırlattığı gibi- ‘rehine’ muamelesine tabi tutulmuşlardır. Onlardan zaman zaman ‘yabancı’ diye söz edilmesi ve haklarının tanınmasının ‘mütekabiliyet’ şartına bağlanmak istenmesi de bunu açıkça göstermektedir.

Düşününüz ki, anamuhelefet partisinin sözcüsü, mülkiyeti -her nasılsa!- devlete geçmiş olan cemaat vakıflarına ait malların aslá sahiplerine dönmesinin ‘atalarımızın kanı ile kurtardığı vatan toprakları(nı) tartışılır duruma’ getireceğinden yakınmakta ve o utanç verici ‘mütekabiliyet’ şartını bu şekilde gerekçelendirmektedir. Bu partini başka bir milletvekili daha da ileri giderek, sadece ellerinden haksız olarak alınmış olan mallarının geri verilmesini isteyen yurttaşlar için ‘Ekmeğini yiyip, suyunu içtikleri Türkiye’ye haksızlık yapıyorlar’ diyor. Sanki bu vatan aynı zamanda onların da değilmiş, sanki onlar buraya ‘biz’e ait olan toprakları işgal ederek gelmişlermiş gibi…

Hatırlayınız: Daha geçen hafta resmî bir kurumumuzun, vakıflara ait Osmanlı’dan kalma tapu kayıtlarına ait bilgilerin yeni tekniklerle herkesin kullanımına açık hale getirilmesi girişiminden korktuğu ortaya çıktı. Millî Güvenlik Kurulu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yazdığı bir yazıda, bu kayıtlarda yer alan bilgilerin ‘asılsız soykırım ve Osmanlı Vakıfları mülkiyet iddiaları gibi konularda istismara yol açabileceği’ endişesini dile getiriyor. Bu yazıyı kaleleme alanlara göre, ‘ülke menfaatleri’ tarihî gerçeklerin gizli tutulmasını gerektiriyormuş.

Doğrusu, böyle bir anlayışı -’istismar’a malzeme olabileceği gerekçesiyle tarihsel kayıtları kısmen de olsa gizli tutma anlayışı- ‘akıl izan’ sahibi bir insan olarak benim havsalam almıyor ve bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak da yüzümü kızartıyor.

Bir de şu var: Soykırım iddiaları söz konusu olduğunda, ‘arşivlerimiz herkese açık, isteyen istediği araştırmayı yapabilir’ diyenler de resmî makamlar değil miydi?… Hani Türkiye arşivlerin açılmasından korkmuyordu?…

Yazının başında, ‘Azınlık Bildirisi’ndeki -sadece şikâyetin değil fakat- kınamanın da isabetli olduğunu belirtmiştim. Nitekim Bildiri, iktidar ve muhalefet partisinin bu mesledeki tutumlarının ‘demokratik bir cumhuriyet’e yakışmadığını söylüyor. Doğru söze ne denir!..

Yorumlar kapatıldı.