İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Akılcılık yoksa diyalog da yoktur

Müslüman âlemi, Papa’ya verdiği tepkide şiddetin İslam’da genel kural olduğu fikrini doğrulamak yerine, Batı’nın İslami akılcılığı silen tarih okumasına karşı çıkmalıydı. Avrupa ise bu tür indirgemelere kapılıp Müslümanları dışladıkça kimseyle diyalog kuramayacak

Tarık Ramazan

Müslüman âleminin, Papa’nın konuşmasına verdiği tepkide şiddetin İslam’da genel kural olduğu fikrini doğrulamak yerine, Hıristiyanların İslami akılcılığı silen tarih okumasına karşı çıkması gerekirdi. Avrupa da, bu tür indirgemelere kapılıp Müslümanları dışlamayı sürdürdükçe kimseyle diyalog kuramayacak

Papa 16. Benediktus’un birkaç cümle sarf etmesi bir tepki furyasını tetiklemeye yetti. Müslüman dünyanın dört bir köşesinde dini liderler, devlet başkanları, siyasetçiler ve entelektüeller, inançlarına hakaret edildiği gerekçesiyle sokaklara dökülen öfkeli kitlelere katıldı. Büyük kısmı Papa’nın konuşmasını okumadı; diğerleri Papa’nın İslam’ı şiddetle ilişkilendirdiğini gösteren yarım yamalak özetlere dayandı. Velhasıl hepsi, müsamaha gösterilemez bir saldırı olarak gördükleri şeye karşı ayağa kalktı.

Aydınlar baş sorumlu

Söz konusu akademisyenlerin ve entelektüellerin yargıları ne olursa olsun, eleştirilerinde iki sebeple daha mantıklı bir yaklaşım sergilemeleri umut edilirdi.

Birincisi, Müslümanların Hz. Muhammed’e saygısına karşın, belli gruplar veya hükümetler bu tür krizleri kendi huzursuz halkları ve kendi siyasi gündemleri için bir emniyet supabı mahiyetinde yönlendiriyorlar. İnsanlar temel haklardan mahrum bırakılmışken, onlara Danimarka gazetesindeki karikatürler veya Papa’nın sözleri nedeniyle öfkelerini kusma izni vermenin hiçbir bedeli olmuyor.

İkincisi, esasen kontrolsüz bir duygu patlamasıyla şekillenen kitlesel protestolar, Müslümanların akılcı tartışma yürütemediği ve asabi saldırganlıkla şiddetin istisnadan ziyade genel kural olduğunun canlı kanıtı haline geliyor. Müslüman entelektüeller, bu yapıcı olmayan oyuna itibar ederek başlıca sorumluluğu taşıyor.

İslam’ın peygamberinin ‘kötü niyetli işlerine’ dair 14. asra ait muğlak bir eleştiriye öfkelenmenin köklü nedenleri var. Ve belki Papa’nın bütün konuşması, kısaltılmış, sarih olmayan, yüzeysel ve hatta biraz da acemiceydi. Fakat resmi özür talep edilmesi gereken bir hakaret miydi? Müslümanların alıntının içeriğini, sırf Papa onu tercih etti diye saldırı olarak algılaması akılcı veya adil miydi? Hele son beş yıldır cihadın ve güç kullanımının anlamı üzerine her gün yüzleştikleri soruları görmezden gelirlerken?

Aslen akılcı laikler hedefti

Benediktus bu devrin adamı ve Müslümanlara dair sorduğu sorular da bugüne ait: Somut savlarla açıkça cevaplanabilir ve cevaplanması gereken sorular bunlar. İşe cihadın ‘kutsal savaş’ biçiminde tercüme edilmesini kabul etmeyerek başlayabiliriz. Önceliğimiz meşru direnişin ve ihtilaf durumlarında İslami ahlâkın ilkelerini açıklamak olmalı; şiddet içeren bir dine inanmakla suçlanan insanları, buna yönelik şiddetli protestolara teşvik etmek değil.

Belki de krizin en çetrefilli veçhesi şu: Benediktus’un başlattığı gerçek tartışma, yorumcuların büyük bölümü tarafından atlandı. Geçen hafta Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada Benediktus ikili bir tez geliştirdi. Aydınlanma’yı Hıristiyanlığa dair referanslarından arındırmayı isteyen akılcı laiklere, söz konusu referansların Avrupa kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlattı; söz konusu laiklerin, inansalar da inanmasalar da, kendi kimliklerinin Hıristiyan niteliklerini kabul etmeden dinlerarası bir diyaloğa girişmeleri mümkün değildi.

‘Öteki’ fikrinden vazgeçilmiyor

Bunun ardından Papa, inanç itibarıyla Hıristiyan, felsefi akıl itibarıyla da Yunan olan bir Avrupa kimliği kurmaya çalıştı. Akılla böyle bir ilişki kurmadığı açık olan İslam, bu yüzden söz konusu miras üzerine inşa edilmiş Avrupa kimliğine uzak düşüyordu.

Papa birkaç yıl önce, henüz Kardinal Joseph Ratzinger iken, Türkiye’nin AB üyeliğine aynı esas üzerinden muhalefetini dile getirmişti. Müslüman Türkiye, gerçek bir Avrupa kültürüne hiçbir zaman sahip olmamıştı ve olamazdı da. Başka bir şeydi o; Öteki’ydi.

Cihat üzerine konuşmalara göre cevaba çok daha fazla muhtaç olan mesajlar bunlar. Bu son derece Avrupalı olan Papa, kıta halklarını kimliklerinin merkezi ve kaçınılmaz Hıristiyan karakterini fark etmeye davet ediyor ve bu kimliği kaybetme riskleri olduğundan dem vuruyor. Kimlik krizlerinin yaşandığı şu dönemde belki haklı görülebilecek mesajlar bunlar, fakat indirgeyiciliğiyle de son derece can sıkıcı ve potansiyel olarak tehlikeli.

Müslümanların her şeyden önce tepki vermesi gereken şey de bu; Müslüman akılcılığının oynadığı rolün silindiği bir Avrupa tarihi okumasına karşı koymalılar. Bu öyle bir tarih ki, Arap-Müslüman katkısı, sadece Yunan ve Roma’nın büyük eserlerinin çevirisine indirgeniyor.

Farabi (10. asır), İbni Sina (11. asır), İbn Rüşd (12. asır), Gazali (12. asır), Eş Şatibi (13. asır) ve İbni Haldun (14. asır) gibi akılcı Müslüman düşünürlerin belirleyici katkılarının kolayca unutulduğu bu seçici bellek, mazisine dair kendini kandıran bir Avrupa inşa ediyor. Müslümanlar kendi miraslarına sahip çıkacaksa, hem akılcı hem de duygusallıktan arınmış tepkilerle tavır koymalı ve Avrupa’yla Batı’nın üzerine inşa edildiği temel değerleri paylaştıklarını göstermeliler.

Avrupa kendiyle diyalog kurmalı

Korku duyduğu Öteki’yi, yani İslam’ı veya Müslümanları dışlayarak ve onunla arasına mesafe koyarak tanımlama çabasını sürdürürse, ne Avrupa ne de Batı ayakta kalabilir.

Belki de Avrupa’nın bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey, diğer medeniyetlerle diyalog değil, kendisiyle hakiki bir diyalogdur. Böyle bir diyalog kurmadıkça, Avrupa bugün bile kurumsal dini ve felsevi geleneğinin zenginliklerinden tam olarak faydalanamıyor.

Avrupa, geleceğin zorunlu çoğulculuğuna hükmetmek yerine, kendi mazisinin çeşitliliğiyle barışmayı öğrenmek zorunda. Papa’nın indirgemeciliği bu sürece hiçbir katkı sağlamıyor. Eleştirel bir yaklaşım, ondan özür beklemek yerine ona tarihsel, bilimsel ve en nihayetinde ruhani bakımdan hata yaptığını gösterecek bir aklı ortaya koymayı gerektirir.

Bu aynı zamanda bugünün Müslümanlarına, geçmişin Avrupalı Müslüman düşünürlerinin müthiş yaratıcılığıyla bir uzlaşma yolu da sağlayacaktır. O düşünürler ki, 10 asır önce ‘entegrasyon’ hakkındaki bugünkü steril tartışmalara kafayı takmadan Avrupa kimliğini kendilerinden emin bir şekilde benimsiyor ve eleştirel aklı Avrupa’nın ve Batı’nın da parçası olduğu bir bütün dahilinde zenginleştiriyorlardı. (Oxford Üniversitesi St. Antony İslami araştırmalar bölümünde profesör, 20 Eylül 2006)

Yorumlar kapatıldı.