İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Biraz da ´felsefe yapalım´

Kürşat Bümin

Papa’nın İslam dünyasını ayağa kaldıran konuşmasını –ana hatlarıyla- nasıl değerlendirdiğimi açıklamaya çalışmıştım. Mesele benim açımdan herşeyden önce, konuşmada yer alan bazı ifadelerin “İslamofaşizm” gibi lafların ortaya atıldığı tatsız bir dönemde belli çevrelerin gönlünü okşayabilme kabiliyeti taşımasıydı. Konuşmanın doğrudan “teoloji”yi ilgilendiren faslı ayrı bir şeydi; gazete köşelerinde altından kalkılabilecek meseleler değildi bunlar. İşin bu yönü önce felsefecileri ilgilendiriyordu. Mesela Kilise’nin eski Yunan felsefesiyle ilişkisi nasıl bir seyir izlemiştir; İbn Hazm kimdir, bu filozofun mensup olduğu okul (“Cebriyye” mi diyeceğiz?) akıl ve iman ilişkisine nasıl bakmaktadır; bu görüşlerin hukuk-politika gibi dünya işlerine yansıması ne merkezdedir, gibi soruları cevaplayacak olanlar onlardır.

Papa’nın konuşma metninin tamamını –üşenmeyip- ben de okudum. Felsefe ile (bir zamanlar!) bir biçimde ilişkim de olduğundan Papa’nın bir teolog olarak düne, bugüne ve yarına nasıl baktığını bu metin çerçevesinde izlemek bayağı hoşuma da gitti doğrusu. Konuşmanın bazı bölümleri özellikle dikkatimi çekti. Bu bölümler eski Yunan, Augustinos ve Thomas geleneğine sahip çıkan Kilise sonuncusunu takiben ortaya çıkan Frankiskenler arasındaki savaşın eski zamanlarda olduğu gibi var gücüyle devam ettiğini gösteriyordu. Metni okuyanlar hatırlayacaktır, İbn Hazm’ın adı da zaten bu polemik dolayısıyla ortaya atılıyordu.

Madem ki konuya girdik –yazının başında kaçındığımı söylemiş olsam da- gazete köşesinde “felsefe yapmaya” koyulanlara hadi ben de katılayım:

Mesele tabii ki Hıristiyanlığın vazettiği öğretinin Yunan felsefesi ile yakınlığı hakkında başlangıcı çok eskilere giden farklı yorumlardan kaynaklanıyor. Papa’nın konuşmasında da özellikle vurgulandığı gibi, Hırıstiyanlığın Tanrısı ile Yunan’ın “Logos”u arasında karşılıklı bir içsel yakınlık kurmak yorumlardan birisi; Fransiskenler’de en açık biçimini kazanıp Reform ile güç kazanan ve imanın Yunan “Aklına” ihtiyacı olmadığını ileri sürmek ise ikinci yorumdur. Bu çerçevede Thomas’nın Aristoteles’in izinden giderek Yunan felsefesini nasıl okuduğunu ve de Reform hareketinin aynı felsefe karşısında nasıl güvensizlik beslediğini bu iki yorumun bilinen örnekleri olarak hatırlayabiliriz. Bu arada Papa’nın sözünü ettiği İman-Logos arasındaki içsel bağa karşılık, Aziz Pavlus’un Atinalılar ve Korintoslulara yönelik iki söylevinin taşıdığı mesajın farklılığına dikkat çeken eleştirileri de hatırlayabiliriz. Bilindiği gibi, Pavlus, Atinalılara söylevinde felsefe ile getirdiği yeni mesajın aslında aynı şeyden söz ettiğini üzerinde ısrar ederken, Korintoslulara söylevinde (“Belki de” diyor bazı yorumcular, “Atinalıların sergilediği kayıtsızlığın etkisiyle.”) felsefeyi araya sokmaktan vazgeçmiştir.

Papa’nın konuşmasında ısrarla önümüze gelen bu Hırıstiyanlık-Yunan yakınlığını günümüzün problemleri açısından değerlendirecek olursak kayıtsız kalınamayacak türden olumsuz yanları var. Papa, önünde Asya kapıları kapanan Aziz Pavlus’un bir rüyasına atıfta bulunurken Hıristiyanlığın (ve de tabii ki “Logos”un) vatanının Avrupa olduğunu söyler gibidir. Pavlus’un rüyasında bir Makedonyalı “Makedonya’dan geç ve bize yardım et!” demektedir. Bana göre Papa’nın konuşmasında bugünün meseleleri açısından çok problemli, hatta taraf tutan asıl mesaj budur. Yani bir biçimde, Doğu’nun –neredeyse tabiatı icabı- Biblik imana yani Logos’a kapalı bir coğrafya olarak anlaşılması. Papa’nın “Avrupa”dan bu çerçevede söz ettiği bir paragraftan da aynı sonuç çıkmaktadır. Papa bu satırlarda da, Hırıstiyanlığın, kaynağının ve önemli gelişme gösterdiği yerin Doğu olmasına rağmen, asıl derinliğini Yunan felsefesiyle buluşarak (Roma mirasınının da etkisiyle) Avrupa’da bulduğunu söylemektedir. Daha da doğrusu Avrupa zaten bu buluşmanın bir sonucudur…

Bilmem katılır mısınız ama Papa’nın bu “Avrupa” ve “Doğu” tasavvuru sadece İslam’a değil, Yahudiliğe de yöneliktir, yani aynı zamanda ”anti – Judaist” niteliktedir.

Görüyorsunuz; Hıristiyanlığın “özcü” bir yorumu bugünün dünyasında muhtaç olduğumuz “diyalog”un önünü nasıl kesebilmektedir. Bu arada yeri gelmişken yeni arayışların başarısı için bu “özcü” yorumdan kaçınmanın sadece Hırıstiyanlık için değil, İslam için de şart olduğunu hatırlatalım.

Papa’nın konferansında özellikle değinmek istediğim başka noktalar da var. En iyisi “felsefe yapmaya” hiç değilse bir yazıda daha devam edeyim…

Yorumlar kapatıldı.