İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye, Arap dünyasına kültür ve ekonomi kapılarından girmeli

Lübnan Üniversitesi’nde tarih, Türk dili ve kültürü öğretmeni. Beyrut’ta Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Muhammed Nureddin, İsrail’in, Lübnan’a saldırısından önce de Türk basınında zaman zaman görüşlerine başvurulan bir Türkologdu. Savaşla birlikte özellikle Lübnan’a asker gönderme tartışmaları sırasında medyada onu daha sık okumaya başladık. Tezkerenin kabulünden sonra birden “duruşu” sorgulanmaya başlandı. Buna rağmen Lübnan üzerine bir Lübnanlı ile söyleşi yapmaya karar verdiğimde kendisinden daha uygun birini düşünemedim. Hem Nureddin’i kişisel olarak daha yakından tanımak, hem hakkındaki soru işaretlerini nasıl karşıladığını anlamak, hem de BM barış gücü sonrası Lübnan’ın geleceğini konuşmak istedim. O İstanbul’a gelemeyince ben de Beyrut’a gidemeyince görüşmemiz internet üzerinden oldu….

Muhammed Nureddin “Şuun alausat” (Ortadoğu Sorunları) adlı üç aylık derginin Genel Yayın Yönetmeni. 1954 Lübnan doğumlu. 1991-1995 arasında “Şuun Türkiye” (Türkiye Sorunları) adlı aylık dergiyi çıkarttı. Lübnan’da Assafir, Katar’da Aşşark, Emirat’ta Alhalij gazetelerinde Türkiye hakkında yazılar yazıyor. Arapça, Fransızca, Bulgarca, Rusça, Türkçe ve Osmanlıca biliyor. İki şiir kitabı ve Türkiye’nin çağdaş tarihi üzerine çeşitli kitapları var.

Türkolojiyi, Lübnan Yazarlar Birliği’nin genç bir yazar olarak tarih doktorası yapması için onu Bulgaristan’a göndermesi üzerine seçti. Çünkü tezi Osmanlı tarihi hakkındaydı. Bu nedenle Osmanlıca’yı öğrenmesi gerekiyordu. O dönemde Bulgaristan’a Türkiye’den gelen Aziz Nesin, Kemal Özer, Ataol Behramoğlu, Özdemir İnce gibi Türk yazarlarla tanıştı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi yabancı dil bölümünde yeni Türkçeyi öğrendi. Tarihçiliğinin yanı sıra şair, hattat ve sporcuydu. Arap dünyasında Türkiye ile ilgilenen az olduğu için politikadan spora kadar Türkiye hakkında her şeyi öğrenmeye koyuldu. Bu nedenle Lübnanlı vatandaşlar kendisini “Türk Muhammed” diye adlandırdı. Kendini Türkiye’nin Arap dünyasındaki fahri elçisi saydı. 24 saat Türkiye ile yaşıyor. Sabah saat 6’da bütün Türk gazetelerini okumayı bitiriyor.

Ben şimdi altyapısı çöken Lübnan’ın nasıl imar edileceğini merak ediyorum…

Aslında Lübnan büyük borç altında. İç ve dış borcun toplamı 40 milyar dolar. İsrail’in saldırısı altyapıyı yok edince bu borç daha da büyüdü. Bu şu demek: Lübnan hükümetinin durumu ve gücü çok zayıflayacak. Lübnan hükümeti genel olarak Amerika’ya yakındır. Bu açıdan Batı, Lübnan’a yardım edecek. Ancak Batı sermayesi bence, yok edilen mahalle ve köylerine kadar ulaşmayacak. Çünkü bu mahallelerin çoğunda Hizbullah’a yakın insanlar yaşıyor. Bunun için siyasi güçler arasında çok problem çıkacak. Bu konudaki en büyük tehlike hükümetin iradesizliğidir. Hükümet kasıtlı olarak çok yavaş hareket ediyor. Kış ve öğretim yılı yaklaşıyor ve binlerce insan barınma gibi en temel ihtiyaçtan mahrum kalacak. Önümüzde yeni bir felaket var.

Yabancı askerlerin varlığı Lübnan vatandaşlarının gündelik hayatını nasıl etkiler?

Bir kere Türk halkının gündelik hayatı ile Lübnan halkının gündelik hayatı arasında hiçbir fark yok. Biz 400 yıl beraber yaşadık. Geleneklerimiz her açıdan aynıdır. Eski BM güçleri güneyde yaşayan insanlara çeşitli hizmetler veriyordu, özellikle tıp alanında. Daha önce BM mensupları gıda, giysi, beyaz eşya ve elektronik aletleri satın aldıkları için yerli ticareti canlandırdı. Onların sayesinde birçok köy gelişti. Bu defa süreç benzer şekilde mi işleyecek bilmiyorum. Cevap evet olmalı. Ancak yeni riskler sebebiyle belki cevap hayır olabilir. Diğer tarafta BM mensupları köylerden ayrı yerleşimlerde yani kamplarda yaşayacaklardır. Yani yerli nüfusla o kadar sıkı temaslar olamayacak. Özellikle Lübnan ile İsrail arasındaki gerginlik devam ederse. Genel olarak o askerlerin sosyal ilişkileri biraz sınırlı olacaktır.

Lübnan bana çok karmaşık geliyor. Sizin ülkede siyasi ve ekonomik kararları kimler alıyor?

Lübnan’ın siyasi ve sosyal bünyesi çok kırılgandır. Bu bünyeyi iyi bilmeden Lübnan’ı anlamak mümkün değil. Lübnan hiçbir zaman “vatan” olmadı. Batılı güçler Lübnan’ı 1920’de kendi oyun ve çıkarları doğrultusunda kurdurdular. Bu, şimdi de geçerli. Lübnan’da iki cephe var: Batı’yla işbirliği yapan 14 Şubat cephesi. Bu cephenin başı ve ana aktörü Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri, Sünnilerin önemli bir kısmının temsilcisidir. Bu cephede de Dürzi lideri Velid Canbulat ve bazı Hıristiyan liderleri var. Diğer cephe anti-Amerikan cephesidir. Burada bütün Şii güçleri yani Hizbullah ve Emel, önemli eski Sünni başbakanlar (Selim Hos ve Ömer Karame), dürzi lider Talal Arslan ve Hıristiyanların yüzde 70’inin temsilcileri Mişel Aoun ve Süleyman Franjiye ve Elie Skaf bulunmakta. Bu cephe genel olarak Suriye ve İran’a yakındır. Lübnan’da durum böyle paramparça iken hiç kimse nihai sözü söyleyemez. Dengeler çok hassas. Bunun için Lübnan’daki savaşlar bitmez. İsrail, savaş meydanında yapamadığını şimdi 14 Şubat cephesi aracılığıyla yapmak istiyor. Bu açıdan durum çok vahimdir ve istikrar çok uzak görünüyor. Lübnan’da gerçek partiler yok. Partilerin çoğu din veya mezhebe dayanıyor. Buna rağmen şimdiki ihtilafların siyasi çizgisi şöyle: Kim Amerika ile ve kim Amerika’ya karşıdır? Aslında bu proje İslam dünyasında mezhep ve etnik iç çatışmaları körükleyen bir projedir. Biz Irak, Afganistan ve Lübnan’da açık bir şekilde bunu görüyoruz. Bu açıdan Türkiye’nin de sırası gelecektir. Türkiye şimdi bu tehlikeyi görmezse sonuçlar çok vahim olacak. Amerika’da bir ay önce yayınlanan “yeni Ortadoğu haritası”nı her Türk gördü: Türkiye en az iki devlete bölünecek. Bu proje Amerikan ve İsrail politikalarına karşı olan güçleri yok etmeyi amaçlıyor.

BM kararı doğrultusunda Lübnan’a asker gönderilmesi ülkeye barış getirir mi?

BM kararı İsrail’in giriştiği savaşın devamıdır. Hizbullah’ın askerî zaferini siyasette yenilgiye çevirmeye çalışıyorlar. Ancak bu planın önünde engeller var. Bir kere, Lübnanlıların en az yüzde 60’ı Hizbullah’ı destekliyor. İkinci engel Hizbullah’ın ana tabanı Lübnan’ın güneyinde, yanı İsrail sınırında. Bu çok önemli bir faktör; çünkü Batı’nın ana hedefi İsrail’in güvenliği. Hizbullah orada olduğu müddetçe o hedefe ulaşmak mümkün değil. Lübnan hükümeti mezheplerin koalisyonudur. Şiilerin tümü Hizbullah’ın arkasında duruyor. Dolayısıyla şimdiki hükümet güçsüz ve hiçbir şeyi onlar olmadan yapamaz. İsrail ile savaş maalesef Lübnanlıların arasına sıçrayabilir. Lübnan 1840’tan beri sorunlu ve kanlı bir ülkedir. Dışarıdan gelen bütün yabancı ve işgalci askerler kısa bir süre sonra yenilgiye uğrayıp kaçtılar. İsrail ile 1982-2000-2006 yıllarında, Amerikan, Fransız ve İtalyan askerleri ile 1983’te böyle oldu. Lübnan’ı en iyi bilen ülkenin yani Suriye’nin ordusu bile Lübnan’dan 2005’te çekilmişti. Netice olarak Lübnan kapalı kutudur ve sürprizlerle doludur. Katar dışında niye Arap ülkeleri Lübnan’a asker göndermedi? Çünkü: 1- Lübnan’ı iyi biliyor. 2- Lübnan sorunu bütün ihtimallere açıktır. Ben Türkiye uzmanı ve Lübnan’ı iyi bilen, Türkiye’nin samimi dostu olarak, Türkiye’nin imajı ve birkaç yıldan beri iyileştirilen Türk-Arap ilişkilerinin yeniden bozulmaması için Türk askerinin Lübnan’a gönderilmemesini tavsiye ettim.

Görüşleriniz çok tartışıldı, bir gazetede, “Kim bu profesör?” diye sorularak sizin uluslararası bir senaryonun bir parçası olduğunuz iddia edildi…

Görüşlerim Türkiye’de hem iktidar hem muhalefet tarafından abartıldı. Buna çok şaşırdım. O kadar tepki beklemiyordum. Demek ki Türkiye’de siyasi mücadele çetin geçiyor. İç siyasi hesaplaşmalarında Lübnan kozunu kullanmak, Türkiye’nin geleceği için çok tehlikeli bir oyun. Amaçları benim Türkiye ile iyi ilişkilerimi bozmaksa şimdiden söyleyeyim, hedeflerine ulaşamayacaklar. Türkiye aşkımı yüreğimden kimse kaldıramaz. Sadece “Kim bu profesör?” sorusu bile, 27 yıldır Türkiye, Türk halkı, uygarlığı ve davalarını savunan kitap ve yazılarımı takip eden yüzlerce Türk aydınına bir hakarettir. Sayın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve İKÖ Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, Lübnanlı yetkililerin kendilerine Türk askerinin Lübnan’a gelmesinden memnuniyet duyacaklarını ifade etmiş olmaları, benim bu konuda farklı bir görüş belirtmeme engel değildir. Ben politikacı değilim. Ben tarihçiyim ve üniversitede öğretim üyesiyim. Olaylara politikacılardan farklı bir gözle bakmaya hakkım var. Beni en fazla üzen şey, “Türkiye karşıtı uluslararası bir senaryonun parçası” olduğum ifadesidir. Bu, benim Türkiye ile olan çok iyi ilişkilerime tamamen mugayir bir durumdur. Bilakis ben Türk-Arap ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğini savunanların ihanetle suçlandığı bir dönemde, bu ilişkiyi savunanların başında geliyorum. Eğer ben Türkiye karşıtı uluslararası bir senaryonun parçasıysam, o zaman Türk askerinin Lübnan’a gitmesine karşı olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve bu konuda aynı görüşte olan Türk yazar, gazeteci, politikacı ve Türk halkının çoğunun bu senaryonun bir parçası olması gerekir! Ben Türk-Arap ilişkilerinin herhangi bir sekteye uğramasını istemediğim için Türk askerinin Lübnan’a gönderilmesine karşı çıktım. Türkiye karşıtı olmam söz konusu değil.

Başkanı olduğunuz Stratejik Araştırmalar Merkezi de sorgulanıyor…

Bu merkez tamamen bağımsızdır, hiçbir dış bağlantısı yoktur. Yayın ve faaliyetlerinin büyük bir kısmı, Türk-Arap ilişkilerinin güçlendirilmesine yöneliktir. Bu meyanda çok sayıda Türk yazar ve büyükelçisini ağırlamış ve röportajlar yapmıştır. Herhangi yerel veya dış taraftan destek görseydik uzun yıllardır böylesine maddi sıkıntılar çekmezdik.

Muhalefetinize rağmen Türkiye ülkenize asker gönderecek. Şimdi ne diyeceksiniz?

Bu durumda diyeceğim tek şey “Hoş geldiniz.” olur. Ancak birkaç tavsiyem var: Lübnan’ın siyasi, dini ve mezhepsel kutuplaşmasından uzak durun. Hizbullah veya diğer Lübnanlı gruplarla, Ermeni ve Hıristiyanlarla herhangi bir çatışmaya girmeyin. İsrail tarafından yıkılan bölge ve mahallelerde yaşayan kurbanlara yoğun insani yardımlar yapın. Örneğin, yıkılan hastane, okul ve evlerin bir kısmını yeniden inşa edin. Belki Türkiye’nin maddi imkanları o kadar yok. Ancak Türkiye’nin sorumluluğu UNIFIL’in bir parçası olarak daha büyüktür. Günlük hayata gelince… Türk ve Lübnan halkı arasında bir fark yok. Biz 400 yıl beraber yaşadık. Biz hem Müslüman hem Doğuluyuz ve geleneklerimiz her açıdan aynıdır. Türkiye Arap dünyasına askerî kapıdan değil kültür ve ekonomi kapılarından girmeli. O zaman her şey iki ülke için de daha faydalı ve daha az riskli olacaktır.

BM barış gücü Lübnan’da ne kadar kalır?

Lübnan’da bulunan BM gücü 1978’de geldi. Ancak yeni gelen gücün ne kadar kalacağını hiç kimse bilemez. Irak’taki gibi, her gün yeni bir ülke oradan çekilir. Kanaatim, süre uzun olacaktır; çünkü onlar Amerikan projesinin parçasıdır ve bu proje işin henüz başlangıcında. Ama Lübnan sürprizlerin ülkesi. Sürprizler olursa belki bu süre daha kısa olacaktır.

17.09.2006

NURİYE AKMAN

Yorumlar kapatıldı.