İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Laikliğin tanımı tartışmaları

Eser Karakaş

Laiklik, ülkemizde, aynen yurttaşlık konusunda olduğu gibi, geniş kesimlerin hala kavramsal olarak üzerinde bir mutabakat kuramadıkları konuların başında geliyor.

Bu tanım sorununu ve tanımsal mutabakat eksikliğinden kaynaklanan sorunları ciddiye almak şart zira eğer bir ülkede, bir Cumhuriyette, bir demokraside en temel kavramlar yani yurttaşlık ve laiklik üzerinde mutabakat hala sağlanamamış ise o ülkenin hem yönetilmesi çok zor oluyor hem de yönetilenlerin yaşam kalitesi, yani refahı, özgürlüğü, güvenliği gelmesi gerekebilecek mertebelere ulaşamıyor.

Türkiye en azından 1923’den bu yana bir ulus devlet yapılanması içinde ve muhtemelen önümüzdeki on-onbeş sene içinde de daha ulus devlet aşamasının gereklerini yerine getiremeden, kavramları netleştiremeden ulus devlet aşamasını aşmak olarak tanımlanabilecek Avrupa Birliği projesinin bir parçası olacak ama yakın geçmişte eksik kalan tanım mutabaktaları nedeni ile yine çok zorlanacak.

Anayasamızın 66. maddesi Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğunu ifade ediyor ve kimilerine göre de bu maddenin bu tür ifade edilmiş olması ülkemizde vatandaşlığın bir hukuksal ilişki olduğu konusunda yeterli kanıt oluşturuyor ama bırakın sıradan bir yurttaşı ya da kurumu, başlığında Cumhurbaşkanlığı makamının adı geçen bir devlet kuruluşu Rum, Ermeni, Musevi, Süryani yurttaşlarımızı ve bunların kurdukları vakıfları “yabancı” diye niteleyebiliyor.

Bu manzara sonrasında birisi ülkemizde yurttaşlık kurumunun oturmuş olduğunu nasıl iddia edebiliyor, ben anlamakta ciddi zorluk çekiyorum.

Benzer, çok benzer bir sorun da ülkemizde laiklik müessesesi ile de ilgili yaşanmaktadır ve bunu görmemek olanaksızdır.

Geçtiğimiz günlerde Yargıtay Başkanı Sayın Osman Arslan’ın “laikliğin anayasada tanımı yapılmamıştır” gibi bir ifadesi basında yaygın bir tartışmaya konu oldu ve bu söze içerleyen farklı açılardan bakan insanlar dahi ülkemizde laiklik kurumunun gerçekten anlaşılamadığını bir biçimde ikrar ettiler.

Laiklik kurumuna ve çevresinde yaşanan tartışmalara daha katı bir kemalist anlayış çerçevesinden bakan kişiler Anayasamızın 24. Maddesinin çok net olduğunu,laikliğin çok net tanımlandığını, inanç özgürlüğünün ve dinin devletten, devletin dinden bağımsız olması gereğinin vurgulandığını (Türker Alkan, 9 Eylül 2006, Radikal) yazdılar.

Bendeniz bu maddeye yani Anayasamızın 24. Maddesine baktığımda “dinin devletten, devletin de dinden ayrışması” anlamına gelebilecek bir anlatım göremiyorum; görememem de bir ölçüde normal ve Anayasamız açısından tutarlı zira aynı Anayasanın 136. Maddesi yani Diyanet İşleri Başkanlığı’nı anayasal bir kurum haline getiren madde orada durur iken rahmetli Aldıkaçtı’nın böyle bir hata yapması zaten beklenmezdi.

Ancak itiraf edelim hepimiz ilkokul yıllarından bu yana laikliğin “dinin devletten, devletin de dinden ayrışması” olarak yorumlanması saçmalığı içinde büyümüş nesilleriz ve İngilizlerin “inculcation” dedikleri süreç yani bir saçmayı kırk defa söyler isen ona dahi inandırabilirsin ilkesi bizde çok iyi işlemiş görünüyor.

Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu denen ilginç örgütlenme biçimi orada durur, yaklaşık yüzbin imam vergi mükellefinin parasından maaş alır iken, devlet memuru müftüler “dişinizi şöyle fırçalarsanız orucunuz bozulur, böyle fırçalarsanız bozulmaz” türü fetvalar üretir iken birilerinin hatta profesör ünvanı taşıyan kişilerin “dinin devletten, devletin dinden” ayrıştığını söylemeleri gerçekten ilginç olmaktadır. Bu yazıda hepimizin çok iyi tanıdığı Diyanet’in mantığını tartışmak istemiyorum, birilerinin bu kurumu din kurumu üzerinde bir kontrol aracı olarak gördüklerini biliyorum, bu gerçeği de yine herkesin bildiğini zannediyorum ama bu çok aleni gerçeğe rağmen birilerinin hala ilkokul yurttaşlık kitabı düzeyini dahi aşamadan laiklik “devletin dinden, dinin de devletten bağımsız olmasıdır” diyebilmesine doğırusu en hafif deyimi ile şaşıyorum.

Bazı daha dürüst arkadaşlarımızın laikliği sadece devletin dinden ayrışması olarak tanımlayıp, dinin devletten bir kontrol mekanizmasına duyulan ihtiyaç nedeni ile ayrışmasına hiç gerek olmadığını söylemeleri, katılmasam dahi, bana çok daha dürüst ve tutarlı geliyor, en azından ilkokul yurttaşlık düzeyine takılıp kalmıyorlar.

Laiklik konusunda bizim hukuk mevzuatımızın en faullu yerine ise neden ise “laiklik dinin devletten, devletin dinden bağımsız olmasıdır”cılar hiç ama hiç değinmiyorlar; bildiğim kadarı ile Anayasamızın 4. maddesi Anayasamızın değiştirilemeyecek hükümlerini belirtmiş iken Siyasal Partiler Kanunu’nun 89. maddesi, siyasal partilerin Anayasanın 136. Maddesinde ifadesini bulan Diyanet’in, genel idare dışına taşınmasını amaç edinen partilerin kapatılacağını söylüyor. Bir anayasa maddesinin nasıl değiştirileceği yine o anayasada yazar ama bu eyleme siyasal parti grupları önderlik ederler ama bizde Anayasanın değiştirilebilir bir maddesini değiştirmeyi önermek hatta amaç edinmek parti kapatma nedeni olabiliyor ve biz de bu sisteme demokratik, laik bir sistem demeyi sürdürebiliyoruz.

Laikliğin kanımca evrensel tanımları mevcut; ancak temel sorun bizim ülkemizde bu evrensel tanımların herhangi birine uyum sağlayabilecek bir yapılanmanın olmaması.

Laikliğin, Atlantiğin iki kıyısında farklı tanım ve uygulamaları var ama bu farklı tanım ve uygulamaların dahi ortak yanı devletin mali açıdan farklı inançlara karşı tarafsız ve eşit mesafede durabilmesi.

Bizdeki mevcut uygulama ise mali açıdan her türlü laiklik ilkesini ihlal ediyor; bu satırların yazarı bu açıdan ABD Anayasası’nın birinci ekinde ifadesini bulan ve devletin herhangi bir inanç grubuna bir kuruş dahi aktarmasını engelleyen anlayışı çok doğru ve o yönde ilerlenmesi gereken bir pozisyon olarak görüyor.

“Laiklik devletin dinden, dinin de devletten bağımsız olmasıdır” diyenlerin bu konuda bir söz dahi söylememeleri bana hep ilginç gelmiştir.

Ünlü bir söz vardır ve kanımca çok önemlidir: “Bir gazetecinin, bir düşünürün ne dediği değil sistematık olarak ne demediği önemlidir”.

Yorumlar kapatıldı.