İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB sonbaharı ve sonrası

Türkiye, kısa vadede AB ile düştüğü tıkanıklıkların mahkûmu olmamalı. Önümüzdeki aşılması gereken en önemli sorunlar şunlar: Düşünce özgürlüğü, Kıbrıs sorunu, AB kamuoyuyla ilişkiler, AB’nin geleceğine dair tartışmalar ve uluslararası iletişimde etkinlik kurma

BAHADIR KALEAĞASI

BRÜKSEL – 2006 yılında bahar bitip, sıcak bir yaza girerken, doğal olarak sonbahara da yaklaşılmaktaydı. Türkiye-AB ilişkilerinde mevsim değişikliği hissediliyordu. İlişkiler sağlam bir kurumsal zemin ve çerçeve içinde ilerlerken, aynı zamanda görüntüye bir siyasal kriz havası egemen olmaya başladı.
Daha önce 2004 yılında hazırladığı raporla Türkiye ile müzakerelerin başlaması sürecine olumlu etkide bulunan tanınmış araştırmacı Kirsty Huges’un yeni bir raporu da bu ortamda açıklandı: ‘Türkiye ve AB: Tren Kazasından, Son Sürate, Dört Senaryo’. Rapor, Avrupa’nın Chatham House ve London School of Economics gibi saygın akademik kurumları ile işbirliği ve TÜSİAD’ın da katkılarıyla Brüksel’in etkin düşünce kuruluşu Friends of Europe tarafından yayımlandı (www.friendsofeurope.org).

Sıcak yaz

Huges Türkiye’nin Avrupa için önemini tekrar hatırlatıyor. Diğer taraftan Türkiye’yi eleştiriyor. Demokratik reformlar yavaşladı ve AB hedefine yönelik toplumsal dönüşüm stratejileri yok diyor. Bu eksiklikler yüzünden, liman ve havaalanlarının G.Kıbrıs taşıtlarına açılması sorununda Türkiye’nin daha da sıkıştığına dikkat çekiyor.

Uzun vadede ise, Avrupa’nın ekonomik gelişmeler, Ortadoğu ve enerji gibi farklı alanlardaki küresel çıkarlarını vurgulayarak, AB liderlerini Türkiye’yi kaybetmeme konusunda uyarıyor.

Rapor AB ülkelerinde Türkiye lehine olumlu yankılar yaydı. AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun ağustos sonunda Fransa özel sektörüne hitaben yaptığı ve basına geniş bir şekilde yansıyan konuşmasında verdiği mesaj da bu yönde etkili oldu: “Türkiye’yi reddetmenin bedeli AB için çok yüksek olur”. Raporun dağıtıldığı ortamlardan biri de Fransa Cumhurbaşkanlığı adaylarından Nicholas Sarkozy’nin konuşmacı olduğu Brüksel’de Friends of Europe tarafından düzenlenen toplantı oldu. Bu vesileyle kendisiyle konuşarak hem Türkiye konusunda bilgisizliliğini, hem de Avrupa’nın geleceği için daha bilgece yaklaşımlar gerektiğini vurgulama fırsatı bulurken, AB çevrelerinden başka bir katılımcı da bu siyasetçiyi, Türkiye’nin AB üyeliğine kuşku ile bakarken tutarsız olmakla eleştiriyordu.

Bu sırada Avrupa Parlamentosu’nun Dış İlişkiler Komisyonu’nda tatsız bir gelişme oldu. İçinde birçok olumsuzluk olan bir rapor onaylanarak, genel kurula sevk edildi. Türkiye’nin son zamanlarda içinde bocaladığı düşünce suçu vakaları girdabı sayesinde güç kazanan karşıt lobiler fırsatı değerlendirmiş oldular. Bu noktada Avrupa Parlamentosu’nun içinden etkili bir sese, milletvekili Vural Öger’e kulak vermekte yarar var: “Türkiye’nin bu durumda, serinkanlılığını korumasını, Türkiye karşıtlarının provokasyonuna gelmemesini tavsiye ederim. Siyasetin doğasında inişler çıkışlar her zaman olur. Duygusal değil akılcı ve uzun vadeli perspektifleri dikkate alan tepkiler vermekte fayda vardır. Unutmamak gerekir ki başarı ile sonuçlanmış bir AB üyeliği süreci hem Türkiye, hem de Avrupa için tarihsel bir önem taşımaktadır”

Kış hazırlıkları

Sonuçta sonbahardan kışa geçerken, Türkiye’nin AB üyeliği süreci tamamen donabileceği gibi, bazı müzakere başlıklarında geçici duraklamalarla krizin zamana yayılma olasılığı da gündemde.

AB içinde birçok sorun var: İşsizlik, ekonomik büyüme sıkıntılarının sosyal izdüşümleri, AB’nin kurumsal reform sürecinin anayasa referandumlarında tıkanması, bazı laf ebesi politikacıların söylemleri… Bu sorunlar Türkiye açısından çok dikkat edilmesi gereken istikrarsız bir atmosfer yaratmakta. Müzakereler durur, AB ile kurumsal zemin çökerse, bir daha bahar gelmeyebilir. Hem AB, hem de Türkiye’de geleceğe sağduyu ve uzak görüşlülük içinde bakanlar kaybedebilir. Dar görüşlülük, hamaset ve toplumsal depresyon baskın çıkabilir; tarihte birçok kereler olduğu gibi.

Temel veriler

Avrupa sürecinde her an bir kasırga beklentisi Türkiye’nin ulusal çıkarları ile çelişiyor. Soyut söylemlerin ötesinde, ilişkilere somut veriler ışığında bakıldığında birçok temel veri dikkat çekmekte:

1. Türkiye 3 Ekim 2005’te müzakerelere 25 AB ülkesinin ortak kararı ile başladı. Bu Türkiye’nin siyasal öneminin yeni bir göstergesi oldu. Bunun anlamı şudur: Türkiye Kopenhag Siyasal Kıstasları’na uyan saygın bir demokrasi olma aşamasına gelmiştir. Dolayısıyla, Türkiye AB tarafından müstakbel bir üye olarak her zaman tam üyelikle bitmiş bir sürece dahil edilmiştir.

2. Avrupa politikasındaki ağırlığı sonucunda, Türkiye müzakerelere G üney Kıbrıs’ı resmen tanımadan başladı. Bu durum uluslararası ilişkiler açısından bir ilk. Güney Kıbrıs Türkiye karşısında boyun eğdi ve 3 Ekim kararına imza atmak zorunda kaldı.

3. Müzakere süreci zaten gümrük birliği ile başlamış olan AB mevzuatına uyum sürecimize ivme kazandırdı. Takvime bağlı somut bir dönüşüm başladı. Türk halkının yaşam standartlarının yükselmesi sonucunu doğuran bu süreç, Türkiye’nin geleceğine çağdaş bir toplum güvencesi yansıtıyor.

4. Eğitim, sağlık, Ar-Ge, altyapı ağları, dış politika, iç güvenlik, gençlik programları, çevre ve enerji gibi toplumun geleceğine yön veren birçok temel alanda Türkiye artık Avrupa içindeki güç ve işbirliği mekanizmalarına dahil oldu.

5. Müzakere sürecinin sağladığı istikrar ve güven ortamında Türkiye’nin AB ile ekonomik ilişkileri tarihsel bir derinleşme kaydetmektedir. Ticaret, yatırım ve turizm alanlarında Türkiye artık Avrupa ile geri dönüşü zor bir bütünleşme içinde, dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biri oldu.

6. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin duyarlı olması gereken demokratik istikrar, etnik, dinsel veya sosyo-ekonomik kırılmalar, işsizlik, sosyal barış, ekonomik kriz dalgaları, kadın hakları, kırsal kalkınma, terör, Ortadoğu, eğitim reformu, teknolojik ilerlemeler, Dünya Ticaret Örgütü, ABD-AB ilişkileri, Rusya, İran, Hindistan ve Çin ile ilişkiler gibi farklı alanlarda, AB sürecinin olumlu etkileri belirleyici olacaktır.

Baharı kutlamak için

Bu somut ulusal çıkarlar temelinde, kısa vadede AB ile içine düştüğümüz tıkanıklıkların mahkûmu olmamalıyız. Önümüzdeki aşılması gereken en

önemli sorunlar şunlar:

1. Düşünce özgürlüğü: Tam Türkiye artık zamanaşımına uğramış Soğuk Savaş zihniyetine ait demokrasi sorunlarını geride bırakıyor derken, özellikle TCK’nın 301. maddesinin yorumları ile nükseden düşünce suçları hastalığı ülkemizin milli menfaatlerine büyük darbe vurmaktadır. Özgüvensiz ülkelere has bu durumun bir an önce düzeltilmesi gerekiyor. Düşünce suçu vakaları sayesinde son zamanlarda fanatik Ermeni, Rum ve PKK lobileri geçen yıla kadar demokratikleşme atılımlarında başarılı olan Türkiye karşısında kaybettikleri zemini tekrar kazandılar. Avrupa Parlamentosu’nun son raporu bu durumun sonucudur.

Cani terör ve demokrasi

Türkiye’deki düşünce suçu vakaları ülkemizin düşmanlarına güç kazandırmakta, haklı olduğumuz Kıbrıs, Ermeni savları, terörle mücadele ve AB üyeliği hedefimiz gibi alanlarda milli menfaatlerimizi ciddi ölçüde yıpratmaktadır. Ulusal onurumuzu zedeleyen düşünce suçu ayıbını bir an önce ebediyen yok etmeliyiz. Cani terör ülkemizde masum insanlarımızı katleder, askerlerimizi şehit ederken, bu terörün sözcülerine uluslararası siyasal manevra alanı yaratan bir geri kalmış, özgüvensiz, anti-demokratik ülke görüntüsünden artık ilelebet kurtulmalıyız.

2. Kıbrıs: Birleşmiş Milletler planına destek veren Türk tarafı sayesinde Türkiye kazandığı gücü iyi değerlendirdi ve AB ile müzakerelere G.Kıbrıs’ı resmen tanımadan başladı. Hareket alanımız 301. madde ve vakıflar gibi demokratik reformları bir an önce başarmamızla genişleyecektir. Bu aşamada önemli olan, ilkelerimizden ödün vermeden, fakat cümleleri yapıcı kuran, fiilleri olumlu çeken, barışçı, akılcı, bilge ve Avrupalı bir söylem içinde olmaktır.

3. AB Kamuoyu: AB’nin özellikle geçmişte dışarıdan göç almış ülkelerinde genişlemeye ve dolayısıyla Türkiye’ye karşı toplumsal eğilimler güçlü. Bunu fırsat bilen bazı demagog siyasetçiler kısa vadeli seçim çıkarları doğrultusunda Türkiye konusunda tutarsız demeçler verebilmekte. Halbuki Barroso, Prodi, Blair, Zapatero, Chirac gibi birçok AB siyasetçisinin sık sık vurguladığı gibi, AB’nin üyelik sürecini başarmış güçlü bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Bu süreç artık alınan kararlarla geri dönülmez bir yönde ilerliyor. Bu süreci ancak Türkiye kendine zarar verecek dar görüşlü veya çağdışı politikalarla çökertebilir. AB kamuoyu ise, zaman içinde mevcut ekonomik ve sosyal ortamın düzelmesiyle genişleme konusunda çok daha az tepkisel olacaktır.

4. AB’nin geleceği: Türkiye kadar AB’nin de genişlemeye hazır olması önemli. Önümüzdeki dönemde küresel ekonomik rekabet gücü, siyasal bütünlük ve kurumsal reform konularında başarılı olabilen bir AB, Türkiye için de kamuoyu etkeni dahil her açıdan hazır olacaktır. Türkiye küresel düzende güçlü bir AB’nin üyesi olmalı. Bunun gerekleri de Türkiye’nin AB’den beklentileri ve koşullarıdır. Aksi takdirde, ne AB kamuoyu genişlemeye hazır olur, ne de zaten Türkiye için AB çekim gücünü sürdürebilir.

5. Uluslararası iletişim: Gerçekçi olmak gerekiyor. Çağımız, teknoloji, imaj, pazarlama ve medya çağıdır. Artık buna uygun anlayış, maddi olanaklar ve teknolojik altyapıya sahip bir diplomasiye, tanıtıma ve iç ve dış iletişime gereksinim var. Ayrıca artık Türkiye-AB ilişkilerinin ikili mantığının ötesinde, Avrupa’nın gündemindeki her konuda ilgi, görüş, söz ve rol sahibi olmalıyız.

Devleti, özel sektörü, sendikaları, sivil toplum kuruluşları, oda ve meslek örgütleri, akademik dünyası ve medyası ile tüm toplum olarak, küresel çıkarlarımız ve rekabet gücümüzü ülke sınırları ötesinde kavramalı, savunmalı ve ilerletmeliyiz. Türkiye, dört mevsimi de yaşayan ülke deneyimini AB ile ilişkilerine yaratıcı bir şekilde yansıtabilmeli.

Yorumlar kapatıldı.