İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

6 Eylül pogromunu kim yaptı?

ETYEN MAHÇUPYAN

Türkiye’de ağustos ayı sonları geçmiş askerî başarıların hatırlanıp yüceltilmesi münasebetiyle milliyetçi bir atmosfer içinde yaşanır. Ancak tarihin ironisi ağustos aylarının üzerinde bir utanç gölgesi de dolaştırır.

Bu utanç, 1955 yılının 6 Eylül günü başlayan ve ertesi günün öğle saatlerine kadar ‘zaptedilemeyen’ bir pogroma ilişkindir. Kıbrıs’ın Rumların Enosisçileri ile Türklerin ‘ya taksim ya ölüm’cüleri arasına sıkışması sonucu gerilen ortam, görünüşe göre bir anda toplumsal infialle sonuçlanmış, Rumların ev ve işyerlerine yönelik saldırılar giderek tüm gayrimüslimleri hedef almıştı. Bu tür olayların tarihimizde hiç de ender olmadığını ve 1908’den bu yana çeşitli ölçeklerde ama hep gayrimüslimlere yönelik olarak yapıldığını biliyoruz… Bazı tarihçi ve sosyologlar daha sonra Kuzey Kıbrıs’taki Rum mallarının nasıl kullanıldığının tespitiyle birlikte, bizdeki talan ve ganimet kültürünün modern dünyadaki latent hallerine dikkat çekerler. Birçoğu bu tutumu İzmir ve Ankara’daki gayrimüslim mahallelerinin yakılışı olayıyla da bütünleştirir. Ortaya çıkan manzara, yan yana yaşamalarına karşın hiçbir zaman cemaatsal bağlar kurmasına izin verilmemiş olan Müslüman ve gayrimüslim toplulukların bir tarihsel savrulma anında ‘düşman’ hale gelmeleri ve çoğunluk cemaatin diğerlerini ‘sürmesidir’…

Buradaki kritik nokta söz konusu cemaatlerin tümünün ‘devleti’ olan yönetim bürokrasisinin hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde çoğunluk cemaatin yanında yer alarak, talanı teşvik hatta organize etmesidir. 1955 yılının 6 Eylül’ü, bu anlayışın ‘sokak’ türünün varabileceği en üst noktalardan biriydi… Olayların üç gün öncesinde Taksim’de Yunan gazeteleri yakılmış, o günün sabahında ise Türk Dışişleri mensubu iki kişi Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atmıştı. Resmî söylem sonuçta bu manipülasyonu itiraf etmiş ama olayın medya yoluyla şişirilmesi ile birlikte halkın ‘galeyana’ geldiğinde ısrarcı olmuştur. Ne var ki olayın gözlemci ve araştırmacılarına göre gösteri yapanlar üç gruptan oluşmuş; slogan haykıran gençlerin ardından ellerinde bir örnek demir çubuklar ve matkaplar olan ve kamyonlarla kent dışından getirildikleri tespit edilen bir güruhun saldırısına uğranmış, nihayet aralarında son derece iyi giyimli ‘hanımların’ da bulunduğu büyük bir talan grubunun istilası yaşanmıştır… Kısacası ortada planlı bir saldırı vardır ve nitekim gayrimüslim ev ve işyerlerinin bir gün önceden işaretlenmesi yanında, askeriyenin olaylara tamamen seyirci kalması yaşananların mahiyetini ortaya koymaktadadır…

Olayların bilançosunu biliyoruz: 73 kilise, yedi ayazma, iki manastır, yaklaşık 6000 işyeri ve sayısı belli olmayan ev… Ayrıca üç kişinin öldüğü, bir papazın zorla sünnet edildiği de kayıtlara geçmiş durumda… Bu görüntü meselenin sadece ganimet mantığıyla açıklanamayacağını, ortada kıskançlıkla karışmış bir gizli nefretin, ama muhtemelen onu da aşan ideolojik bir yaklaşımın olduğunu söylüyor. Nitekim daha sonraları muhterem bir general bu olayları, “Özel Harp Dairesi’nin en başarılı operasyonlarından biri” olarak tanımlamıştı.

Bugünlerde 6 Eylül dosyası yeniden gazetelerde boy gösterdi ve belki de halkın bir bölümü olayın gerçek niteliğini ilk kez idrak etti. Ama hâlâ eksik bir yön var… Çünkü 1955 yılının pogromu ‘toplum psikolojisi’nin ürünü değil, Türk milliyetçiliği üzerinden gerçekleştirilen sistematik bir ‘püskürtme’ stratejisinin uzantısıydı. Olayların göbeğinde yer alan Kıbrıs Türktür Cemiyeti meselenin siyasi iktidarı aştığının ve ‘derin’ devletin inisiyatifiyle gerçekleştiğinin kanıtıdır. Tarihle yüzleşmek iyidir… Ama tarih içindeki kendi rolünüzü es geçerseniz, sonunda tarih onu da yazar ve sizi süregiden yaklaşımın parçası yapar…

Yorumlar kapatıldı.