İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Askerliğin zihniyeti

Etyen Mahçupyan

Geçen gün Kürşat Bumin yazısını Regis Debray’ın bir sözü ile bitirmişti: “Hasta bir cumhuriyetin varacağı yer kışladır.” Muhtemelen Fransa’nın zıpçıktı entellerinden biri buna “Bu durumda hasta bir kışlanın varacağı yer de cumhuriyet olmasın?” türünden kinayeli bir yanıt vermekte gecikmemiştir. Ama bizim işimiz Fransa’daki tartışmaya akıl yetiştirmek değil… Gene de Batı dünyası ile ortak yönlerimiz var çünkü askeri kurumların paylaştığı otoriter zihniyetin zamanımızda belirgin bir sıkıntı ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni askeri öğretinin otoriter anlayışı titiz bir tutarlılık içinde vazetmesi. Ancak bu öğretinin topluma ne denli anlamlı geldiği ve dünyanın zihni atmosferine ne denli adapte olabildiği ayrı konu. Oysa sağlıklılığın tanımı burada… Kendi içinde tutarlı bir zihni yapınızın olması sizi rahatlatabilir, ama bu anlayış dünyaya adapte olmakta zorluk yaratmaktaysa ikilemde kalırsınız: Adaptasyon ihtiyacı zihniyetinizi esnetmenizi gerektirirken içinde olduğunuz kurumsal yapı her esnemeyi ‘taviz’ olarak algılayıp sizi marjinalize edebilir…

Dolayısıyla dünyanın giderek demokrat ilkelere açıldığı bir dönemde askere verilen ideolojik öğretinin de gözden geçirilmesinde büyük yarar var. Ele alabileceğimiz son örnek yeni Kara Kuvvetleri Komutanı’nın tören konuşmasıydı… Buna göre bizdeki öğretiyi 5 maddelik bir önerme dizisi halinde özetleyebiliriz: 1) Atatürkçü Düşünce Sistemi olmasa Cumhuriyet ve devrimler olmazdı; 2) Cumhuriyet ve devrimler olmasa Türk ulusu olmazdı; 3) Türk ulusu birlik ve bütünlük anlamına geldiği için ulus-devlette cisimleşmiştir ve onunla özdeştir; 4) Ulus-devlet olmasa üniter yapı korunamaz; 5) Üniter yapı olmasa azınlıkçılık ve bölgecilik olur. Dolayısıyla bu bakış açısına göre azınlıkçılık ve bölgecilik yapanlar üniter yapıya, yani ulus-devlete, yani Türk ulusuna, yani Cumhuriyet ve devrimlere, yani Atatürkçü Düşünce Sistemine karşıdırlar… Bu öğretinin bir dogma haline gelebilmesinin sırrı ise büyük harflerle yazılan Atatürkçü Düşünce Sisteminin ebedi ve ezeli bir doğru olarak kabul edilmesi, neredeyse bir inanç unsuru haline sokulmasıdır. Böylece toplum yüceltilmiş bir ideolojinin nesnesi haline gelmekte, o ideolojinin çizdiği çerçevede yaşamak üzere tanımlanmaktadır. Bu bakışın toplumsal değişime kapalı olmayı ima etmesi karşısında ise yukardaki önermelere bir destek gelmektedir: Buna göre Atatürkçü Düşünce Sistemi “dinamik bir dünya görüşü” olduğu için çağdaşlığa sürekli olarak uyum gösterir. Ne var ki bu düşünce sisteminin dayanakları olan milliyetçilik, laiklik ve devletçilik tamamen otoriter zihniyet içinde algılanmaktadır. Diğer bir deyişle ‘çağdaşlık’ otoriter bir dünya içinde tanımlandığı sürece Atatürkçü Düşünce Sistemi gerçekten de ‘dinamik’ bir uyumu taşıyabilir… Ama ‘çağdaşlık’ demokratlığı ima ettiği andan itibaren söz konusu ‘dinamizm’ toplumsal değişimin engellenmesi olarak ortaya çıkmaktadır…

Diğer taraftan bu önermeler dizisinin TSK ile niçin bağlantılı olduğu da sorulabilir. Gerçekten de bu önermeler kabul olunsa bile, askere biçilen özel rolün meşru kılınması zordur. Ne var ki yukardakilere ilaveten bir ‘ön’ önerme mevcut ve Türkiye’de ordunun işlevi bundan güç almakta: ‘TSK olmasa Atatürkçü Düşünce Sistemi ayakta kalamaz’. Dolayısıyla değişmekte olan toplumun tüm yeni talepleri sistem üzerinde bir tehdit olarak tanımlanırken, TSK da bu sistemin ve ardındaki ideolojinin sahibi ve koruyucusu haline gelmekte. Sonuç değişimin ve siyasetin ‘karşısında’ olmaya eğilimli, bu anlamda bir ‘meta’ siyasetin öznesi haline gelebilen ve böylece gerçek anlamdaki tüm siyaset imkanlarını kısıtlayabilen bir ‘askerlik’ anlayışıdır…

Yorumlar kapatıldı.