İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

6-7 Eylül’ü hatırlamak

Berat ÖZİPEK

Takvim yapraklarındaki ‘tarihte bugün’ler genellikle geçmişteki önemli günleri, zaferleri veya gurur verici diğer olayları hatırlatır bize. Ama hiçbir tarih her zaman bu tür ak sayfalardan ibaret değildir. Takvim yapraklarının genellikle ‘ihmal ettiği’ olaylar da vardır ve bunlardan bazıları, bir daha benzerinin yaşanmaması için hiç unutulmaması gereken tarihleri gösterir. Tıpkı 6-7 Eylül Olayları gibi.

Bundan 51 yıl önce bugün, yani 8 Eylül 1955’te, İstanbul iki gün boyunca süren ahlak dışı, insanlık dışı bir şiddetle harabeye çevrilmişti. Görünüşte, Selanik’teki Atatürk’ün evinin bombalandığı ‘haberi’ üzerine galeyana gelen halk, azınlık vatandaşların ev ve iş yerlerine saldırmıştı. Gerçekte ise yaşananlar, kerameti kendinden menkul derin güçlerin ‘ülkenin iyiliği için’ tertipledikleri utanç verici bir tezgahtan ibaretti. Yakılıp yıkılan ise, sadece Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımıza ait evler, dükkanlar, mabetler ve hatta mezarlıklardan ibaret değildi. Yüzyıllarca birarada yaşadığımız, bu toprakların, bu toplumun bir parçası, bir rengi olan insanlarla paylaşılan bin yıllık bir beraberlikten geriye kalanlardı tahrip edilen.

Her şeyin, güvenlik güçlerinin bilgisi dahilinde olduğunu dönemin Demokrat Parti İstanbul Milletvekili Aleksandros Haçopulos şöyle ifade ediyordu: ‘Tahripçiler evin içine giriyor, ev tamamen tahrip ediliyor ve evimin önünde duran silahlı jandarmalar hiç müdahale etmiyor. Bu hadisede, diyebilirim ki, evim değil tahripçiler muhafaza edilmiştir’ (‘6-7 Eylül Olayları’, indymedya.org).

Hadiseler DP zamanında yaşanmıştı ve 1960 Darbesi sonrası Yassıada Mahkemesinde Menderes ve diğer DP’liler de suçlanmıştı. Sonradan dönemin hükümeti böyle bir kışkırtmanın vuku bulacağı haberini aldığını, ama ne zaman olacağını bilmediğini ifade edecekti. Bu açıklama büyük ihtimalle doğruyu ifade ediyordu; nitekim daha sonra Patrik Athenagoras da olayı Menderes’in üzerine yıkmaya çalışan iradenin bütün yönlendirmelerine rağmen onların dümen suyuna girmemiş, doğru bildiğini söylemiş, Menderes’i suçlamamıştı. Ama bütün bunlar, tıpkı kendi dönemlerinin derin hadiselerini açığa çıkarma cesaretini gösteremeyen sonraki sivil hükümetler gibi, DP Hükümetinin de sorumluluğunu ortadan kaldırmıyordu (Bu olay şimdiki iktidara da ders olmalı. ‘Sorun çıkarmama’ adına derin cürümleri açığa çıkarıp cezalandırma cesaretini gösteremediğinde, bu cürümleri işleyenler yarın faturayı ona çıkarmaktan çekinmeyeceklerdir).

Olayın tertipçisi olan irade amacına ulaştığında, aslında Selanik bombacısının Rum olmadığı da anlaşılacaktı. Bombalama eylemini yapan kişi, daha sonra vali olacak; kışkırtmayı gerçekleştiren gazeteci de başka bir makamla taltif edilecekti.

Yıllar sonra şu açıklama gelecekti: ‘6-7 Eylül olayları özel harp dairesinin muhteşem bir örgütlenmesiydi.’ (Tayfun Mater, ‘Çocukluk Arkadaşlarımı Kaybettim’, bianet.org/2001/09/09/haber4465.htm). İttihatçı zihniyet kendince sorunu çözmüştü: Yirminci yüzyılın başlarındaki trajik hadiselerle tahrip edilen birlikte yaşama geleneğinin bakiyesi olan Rumlar Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmışlardı. Onlardan kalan ev ve iş yerleri ‘bizimkiler’ tarafından doldurulmuştu. Ancak bu zihniyetin hem o zamanki hem de günümüzdeki temsilcilerinin hiçbir zaman anlayamadıkları, kırgın ve küskün olarak buradan gidenlerle birlikte, ahlaki, kültürel ve ekonomik anlamda kaybettiklerimizin paha biçilmez değerde olduğuydu.

Yarım yüzyıl sonra bugün, takvimlerden silmek istediğimiz bu kötü günün, gereği gibi değerlendirip mahkum edildiğinden emin değilim. Benzeri olayların bir daha yaşanmaması, öncelikle yirminci yüzyılı yangın yerine çeviren zihniyetin, her cinsten milliyetçi önyargının akıllarda ve vicdanlarda mahkum edilebilmesine bağlı. Geçen yıl, 6-7 Eylül konulu resim sergisini basarak tahribat yapan saldırganların cezalandırılıp cezalandırılmadıklarını bilmiyorum. Ama İttihatçı zihniyetin son yıllarda demokratikleşmeyi engellemek için milliyetçi tepkiselliği kaşımaya yönelik bir çaba içinde olduğunu görüyorum.

Bu süreçte umut verici olan, elli yıl öncesinden farklı olarak, gayrimüslim vatandaşlarımızın hak taleplerini tehlike gibi göstererek demokratikleşmeyi engellemek isteyen iradeye karşı, ısrarla ve inatla direnen bireylerin varlığı. Ayrıca toplumun çoğunluğu da, dolaylı olarak teşvik edilen ‘vatandaş tepkisi’ oltasına takılmakta daha isteksiz görünüyor. Ama yine de yeni bir 6-7 Eylül kışkırtmasına karşı yeterince güvencede değiliz.

Yorumlar kapatıldı.