İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Son Millet-i Sadıka´nın sabrı taşmadan…

Ragip Zarakolu

Şu sıralarda Alman yazarı Karl Otten’in ‘Arnavutluk Seyahati’ adlı kitabını yeniden okumaktayım, yayına hazırlamak üzere, bir yandan da Bulgar Ozanı Hıristo Botew’in şiir ve yazılarından yapılan bir seçki elimde. Masamın öte yanında ise, Alman yazarı Arnim T. Wegner’in ‘Çanakkale Kedileri’ duruyor.

Hepsi Osmanlı İmparatorluğu’nun son 40 yıllık döneminden ilginç kesitler veriyor.

1912 Arnavut ayaklanması, Osmanlı yönetimine karşı son ayaklanmadır.

Bir anlamda imparatorluğunu çöküşe kadar götüren savaşlar zincirini fişekleyen de bu ayaklanma olmuştur.

Arnavut halkı Balkanlar’daki Osmanlı egemenliğinin en sağlam dayanak noktalarından biri idi.

Bir anlamda Osmanlı sarayı nasıl Kürtlere Doğu sınırlarını emanet etmiş ise, Batı sınırlarını da Arnavut halkına emanet etmişti.

En güvenilir Saray muhafızları bu iki halktan ve de elbette Çerkeslerden seçilirdi.

Sadece Ermeni halkı değil, bu halklar da ‘millet-i sadıka’ idi.

1827’lerde Sultan Mahmut Rus Çarlığına savaş tazminatlarını ödeyemeyince, imdadına Ermeni Amiralar yetişmişti, aralarında kampanya yapıp bu parayı denkleyecek ve Osmanlı’yı yeni badirelerden kurtaracaklardı.

Tanzimat ile birlikte, bütün Osmanlı tebasını eşit kabul etmeye yönelik reformlar süreci başladı, ama bu süreç asla tamamlanmadı.

1908 Devrimi, bütün Osmanlı halkları arasında önce büyük umutlar, sonra da hayal kırıklıkları yarattı.

1908 Devrimine karşı gerici 31 Mart ayaklanması patlak verdiğinde, Selanik’te oluşturulan Harekat Ordusu’na Arnavutlar, tipik başlıkları ile ilk katılanlar arasında idi. Ermeniler de heyecanla katıldılar bu devrimi savunma güçlerine.

Ama kısa süre sonra ortak bir proje gündeme gelmediği gibi, İttitatçıların milliyetçi politikaları her geçen gün biraz daha ağır basmaya başladı.

Slav ve Helen milliyetçiliğinin yükselişi arasında sıkışan Arnavutlar, her şeye karşın Osmanlı yönetiminden yana tavır aldılar.

Ama 1912 yılında, yok saymaya karşı Arnavut sabrı taştı. İtalyanlar zaten, sömürgeciliğin son sırtlanı olarak Libya’ya saldırmıştı.

Arnavutlar, o günlerde bile, Sırplar ve Yunanlılar arasında pay edilmektense, Osmanlı’nın devamını tercih ederiz diyordu.

Ermeni gazetecisi Andonyan, ‘Balkan Savaşı’ adlı kitabında (Aras Yayınları) Arnavut ulusalcılığının yükselişini çok iyi anlatır.

1912 yılında ilk kez din ayrımını aşarak, Müslüman, Ortodoks ve Katolik Arnavutlar hep birlikte ayaklandılar. Arkalarındaki ana güç ise, Bosna Hersek’i zaten yutmuş olan Avusturya İmparatorluğu idi. İstanbul’un zayıf çöküşü karşısında, Viyana Balkanları denetimine alma hevesinde idi. Elbette arkasında Alman emperyalizminin itici gücü ile…

Bu ise Slavların ve Elenlerin ittifakına ve Balkan Savaşlarının başlamasına neden oldu. Osmanlı ordusu, eski tebası olan halkların yeni orduları karşısında utanç verice bir yenilgiye uğradı.

Ama bunun faturası da ihanete, Türk olmayanlara çıkarıldı.

İlginçtir, Ortak projeleri elinin tersi ile iten yükselen Türk milliyetçiliğinin ardındak itici güç de Alman emperyalizmi idi.

Onlar reforme ettikleri yeni ordunun küçük Balkan ordularını berhava edeceği beklentisi ile, iyice ezilsinler diye, müdahale etmediler bile.

Sonuçta Balkan dengesi, hiç de Almaların istemediği biçimde gelişti,

Bu ise 1. Dünya Savaşı’nı tetikleyecekti.

Şimdi Sevr’den korkanlar, bence ondan değil, reform sürecinin kesintiye uğramasından korksunlar. Son millet-i sadıkanın sabrını da, Arnavutlar gibi taşımasınlar.

Çünkü Ortadoğu artık bugünün Balkanlarıdır…

Yorumlar kapatıldı.