İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hırsızlık ‘milli çıkar’ olabilir mi?

ETYEN MAHÇUPYAN

Bir kimliğe kategorik olarak olumsuz sıfatlar yüklemenin gerçekliği açıkça çarpıttığı ölçüde gayri ahlakî bir beyana dönüştüğü söylenebilir. Çünkü ahlak her şeyden önce gerçekliğin kabulünü ve onunla yüzleşilmesini gerektirir.

Bu anlamda ‘itiraf’ ve ‘özür’ ahlaka giden yolda en belirleyici taşıyıcılardır. Bir çocuğu eğittiğimiz zaman, yaptığı yanlışları açıkça söyleyebilmesini, eyleminin yükünü taşıyabilmesini öğretir; onu anlayışla karşılayabildiğimiz oranda bizim de aynı ‘insanî’ niteliklere sahip olduğumuzu itiraf etmiş oluruz. Ebeveynin dolaylı itirafı, yanlışı insanileştirir, yüzleşilebilir kılar ve çocuğun ufkuna daha ahlaklı bir kişiliği ideal olarak oturtur… Hepimiz çocukluğumuzda küçük hırsızlıklar yapmışızdır; ama ahlakı temel alan bir öğreti ortamında yetişmişsek hırsızlığın gayri ahlakî olduğunu da biliriz…

Ne var ki insanoğlu aile ortamının prizmasından baktığında ne derece ahlaklı olursa olsun, meseleler genişleyip ‘millileştikçe’ söz konusu duyarlılığını yitirmeye yüz tutabilir. Öyle ki kişisel hırsızlıklar toplumca kınanırken, kişiyi aşan öznelerin marifetiyle yürütülen hırsızlıklar tepki çekmek bir yana, meşru da bulunabilir… Bu gayri ahlakî duruşu sürdürebilmenin sırrı bir yandan suçun anonim hale getirilerek paylaşılması, öte yandan suçun failinin kurumsallaştırılarak dokunulmaz kılınmasıdır. Ancak bu sonucu her zihniyet altında elde edemezsiniz… Örneğin demokrat zihniyete sahipseniz hem kişisel yüzleşmeden kaçınma haline hem de suçun kamusallaştırmasına karşı çıkmanız doğaldır. Çünkü size göre ahlak sulandırılıp, buharlaştırılabilecek bir eklenti değil, insanı insan yapan temel unsurdur. Buna karşılık örneğin otoriter ve ataerkil bir geçmişten geliyorsanız, kendi olumsuzluklarınızı cemaatinizin iradesi içinde eritmeyi yadırgamayabilir; kurumsal otoriteyi yücelttiğiniz oranda kusursuzlaştırır, apaçık suçları insanüstü gerekçelerle aklamaya meyledebilirsiniz…

Otoriter ve ataerkil zihniyetlere sahip toplumlar, bu nedenle bireysel suçlarda son derece hassas olurken, kamusal suçlarda duyarsız kalırlar. Evlerinin önündeki bahçenin bir metrekaresinin haksız yere başkasına verilmesine isyan edip yıllarca direnen bu insan tipi, devletin biraz ilerideki başkasına ait on binlerce metrekareye el koymasına ses çıkarmaz, hatta içten içe sevinebilir. Hele o başkası kendi cemaatinin dışındaysa, bu sevinç aleni bile olabilir… Çünkü bu tür toplumlar başkasıyla yan yana yaşamış olmalarına karşın ‘başkasıyla birlikte’ yaşamayı genellikle hazmedememişlerdir. Dolayısıyla da cemaatin dışından yapılan hırsızlık ‘hırsızlık’ olmaz; eğer devlet eliyle yapılmışsa ‘milli çıkar’ bile olabilir… Bu tür toplumlarda ahlak cemaatin sınırında kalır…

Bugün Türkiye bir ahlak sınavında: Devletin 74 yılından bu yana sistematik olarak ve gayri meşru bir biçimde müsadere etmiş olduğu gayrimüslim vakıflara ait malların iadesi için bir yasa çıkmak üzere. Buna göre devlet elindeki malları iade edecek; ama daha önce üçüncü şahıslara geçmiş olanlar birer toplumsal hırsızlık malı olarak yeni sahiplerinde kalacak… Ne var ki devlet buna bile razı olmadığı için, elindeki malları hızla üçüncü şahıslara devrediyor. Son örnek Burgazada’daki Aya Yorgi Kapris Manastırı’na ait 14 dönümlük arazi. Geçenlerde ‘uyanık’ bürokrasimiz bu araziyi bir ‘Türk’ vakfın arazisiyle değiş tokuş ederek, iade listesinden çıkarıverdi… Bu, en hafif tabiri ile açık bir haksızlıktır… Tasarrufun yasalara uygun hale getirilmesi de yapılanı ahlaken değiştirmez.

Yorumlar kapatıldı.