İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Meryemana mucizesi (1)

Murat Belge

Efes’teki ‘Meryemana’da yangın binaya 1.5 metre kalınca durmuş, diye yazdı bazı gazeteler. Bu bir mucize mi? “That is the question”… Tahmin ediyorum ki, “Hayır! Ne münasebet!” diye ortaya atılan kesim Müslümanlardır. Zaten itikatları zayıflamış bir toplumda bir de böyle

‘Meryemana mucizesi’ hikâyeleri uydurursanız, dindaşlarımız dinden çıkar, Hıristiyan oluverir. Böyle bir kaygıları olduğunu sanıyorum.

Laikçi kesim ise böyle bir olaya bir ‘mucize’ olduğu veya olmadığı açısından değil, bunun nasıl ‘satılacağı’ açısından bakacak, en azından bu açıdan bakanlar olacaktır. Bu düşünce biçiminin de kanalı belli: “Mucize lafı yayılırsa turizm artar”. Düşünün, Portekiz’de Fatima’ya her yıl kaç kişi gidiyor! Onların mucizesi -çobana görünen Meryem- bizimkinden -itfaiye Meryem- daha mı kıyak?

Oysa aslında Efes’teki bu Meryemana’nın kendisi bir mucizedir -yenilerine ihtiyaç bırakmayacak kadar. Çünkü aslında böyle bir şey yoktur. Ona bakarsanız, bu kişinin -ve İsa’nın- yaşadığı bile kesin değil, ama bunu geçelim.

Hiçbiri kesinleşmemiş, çoğu kutsal metinlerden yapılmış çıkarımlara dayanan inançlara göre, İsa, 12 Havari’nin en genci olan Yuhanna’yı en fazla sever (bu kişinin Dördüncü İncil’i yazan Yuhanna olduğun da inanılır, ama o zaman bayağı uzun yaşamış olmalı). Onun için kendi ölümünden sonra annesini ona emanet eder.

Yuhanna’nın Ephesos taraflarına gittiği yolunda bazı iddialar da vardır. Sözünü ettiğimiz her şey gibi, kanıtı olmayan, bir karineden yola çıkarak, öyle olması istenen bir sonuca varılan, tamamen öznel söylentiler, iddialar vb.

Derken, 19. yüzyılın başında, yatalak bir Alman rahibe rüya görüyor! Meryem’in son yıllarını geçirdiği evi görüyor rüyasında. Su kenarında küçük bir kulübe ve ibadethane vb. Dinler dünyasında bu tip rüyaların sonu yoktur. Bunlardan yola çıkarak rüyanın anlattığını bu dünyada bulmaya çalışanların da arkası kesilmez. Nitekim Efes civarında incelemeye çıkan, İzmir’de yerleşik Lazarist keşişler, Katharina Emmerich’in rüyasına benzeyen bir yer buluyorlar. Bu da ta 1891 yılında.

Şimdi atlıyoruz 1950’lere, Ankara’ya geliyoruz. Demokrat Parti sırasında Nimet Arzık Basın-Yayın’da işe girer. Bu sırada bu kurula ‘Turizm Dairesi’ eklenir. Girit göçmeni Halim Alyot bunun genel müdürüdür. Efes’teki hikâyeden haber almıştır ve erken bir ‘inanç turizmi’ savunucusu olarak bundan yararlanmayı aklına koymuştur.

Nimet Arzık bu işin başarısına inanmaz: “… bazen göğe çılanan yoğurt tutar, konjonktürlere merdiven dayayıp. Aslında gerçekten bir turistik hedef olarak kullanılabilirdi bu fikir. Ama, ne altyapı vardı ne üst… Ne yatak vardı, ne yorgan; Meryem Ana’nın evi vardı sadece (bunun ne kadar var olduğunu anlatmaya çalıştım. Ama zaten Nimet Arzık da buna inanmıyordu.

Anılarında açıkça söylemiyor ama bunu özel bir sohbetimizde konuşmuştuk). Birden herkes coştu taştı… Bütün dünya Hıristiyanlığının hacca gider gibi akacağını sandılar… Meryem Ana turizmi kurtaracaktı!” (Arzık, Tek At, Tek Mızrak, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1984, s. 137)

Nimet hanım pek hoş, pek dürüst, sahiden entelektüel bir insandı. Doğal olarak, böyle bir yalana dayalı bir ‘turizm propagandası’nı bünyesi reddediyordu. Onun için de, şu yukarıdaki değerlendirmesinde yanıldı. Her yıl bu uyduruk yere gidenlerin sayısını biliyoruz. Bu sayı da, Nimet hanımın, ilkede doğru, ama pratikte yanılmış olduğunu gösteriyor. Nimet Arzık’ın değerlerine uyan bir dünyada yaşasak bence de daha iyi olurdu, ama o dünyada yaşamıyoruz.

Yarın buna devam edeceğim.

Yorumlar kapatıldı.