İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ruh sağlığı ölçüsü

Murat Belge

Dün, bu toplumda resmi politika adı altında yapılan şeylere muhalefet etmek gereğini duyan kimselere karşı, ‘En iyi müdafaa hücumdur’ mantığına uygun bir saldırı teorisinden söz etmiştim. “Bazı ruh hastası aydınlar var, bunlar devletle çatışmış ve bunu bir türlü unutamamışlar. Onun için her konuda devleti suçlu çıkararak ruhlarını ferahlatıyorlar.” Bunun arkası nasıl gelir, şimdilik oralara girmeyelim: Sovyetler’de olduğu gibi kliniğe mi kapatır, yoksa hemen sokaktan geçenlere mi teslim eder, koşullara bakar.

Ben kendi hesabıma, ‘devlet’ diye bir soyutlama tutturup her durumda yalnız onu gören biri değilim, sözü edilen ‘devlet’ bizimki olsa dahi. Bizim modernleşme başladığından beri devlet erki çok kez el değiştirdi. ‘Hükümet’ten ayrı ve bağımsız durmaya hep çalıştığı doğrudur, ama bu ne dereceye kadar ve hangi düzeylerde mümkün? Neyse, ‘teori sahibi’ böylesini uygun görmüşse, kendisi bilmez ama dediği dediktir, itiraza gelmez. Durumun söylendiği gibi olduğunu kabul edeyim ve şimdilik modernleşmenin ilk aşamasına, İttihatçı evresine bakarak, ‘devlet tasarrufları’yla ilgili görüşlerimi söyleyeyim.

1908-18 arasında devlet gücünü bir biçimde elinde tutan ve kullanan, ama normal devlet tasarrufu dışı birçok eylemde de bulunan İttihat ve Terakki, ‘Komitacılık’tan gelmeydi. Bari iktidar oldu, bu yöntemleri bırakmalıydı. Bırakmadı. Yalnız Ahmet Samim’le Hasan Fehmi’yi söyleyeyim. Devlet iktidarını bir ucundan elinde tutanlar sokakta gazeteci vurmamalı. Şikâyetim bu, ama özürlü bir liberal olduğuma göre, şikâyetimin geçerliliği yoktur herhalde.

Devlet iktidarını kullanan kişi, İT Ege Bölgesi Umum Müfettişi Celâl Bayar gibi, çete kurup gayrimüslim ve gayri Türk mülk sahiplerini terörize edip memleketten kaçırmak üzere eyleme geçmez. Ama geçmiştir. ‘Memleketin iyiliği’ içindir, ‘liberal eleştiri’ye yer yoktur. Tamam, bunu da hallettik.

Manastır’da dağa çıktın, Şemsi Paşa’yı vurdun, iktidara geldin. Padişahı sen getirip saraya koydun, parmağında oynatıyorsun. Bir de Babıâli baskını yapıp adam vurma. Böyle Babıâli basmalar, bu tip ‘vatanperverlik’ gösterileri, kötü örnek olur, gelecek için dertler çıkarır.

İşte bir ‘liberal’ eleştiri daha! Yaşasın Babıâli Baskını! Bir değil beş Nâzım Paşa vurulmalıydı.

Sadrazam’ın bile haberi yokken bir ülkeyi savaşa sokmak aklın alacağı bir şey değildir. İktidar basamaklarında üstlerde duran biri, Almanlarla ittifak kurunca her şeyin iyi gideceğine inanmış. Başkalarını da buna ikna etmeye çalışmıyor, oldubittiyle kendi bildiğini gerçekleştirmeye çalışıyor. Olur mu?

Oldu. Sonucu da ortada.

Bir Harbiye Nâzırı yalnız kendine (yani ‘şahsen’) bağlı bir istihbarat örgütü kurdurabilir mi?

Bu da oldu. Sonraki istihbarat örgütlerini de etkiledi doğal olarak.

Sarıkamış ve Kanal Seferi başta askeri, her bakımdan hamhalat planlarla binlerce askerin hayatına kıyılır mı?

Kıyıldı. Bu işlerde bazı hatalar olmuş olabileceğini yeni yeni tartışmaya başlıyoruz.

Adını ne koyacaksanız koyun (kendileri de ‘tragedya’ falan diye bir şeyler mırıldanıyorlar zaten) yüz binlerce Ermeni’nin ölmesine
yol açan, bugün bu ülkede yaşayan 70 milyon insanı töhmet altında bırakan kararları vermek neyle bağdaşır?

Neyle bağdaşırsa bağdaşsın. Yaptılar, oldu.

‘Bunlar çok kötü şeylerdir’ diyorsan, babandan yediğin dayağı unutamadığın
için saplantılar içinde kıvranan bir ruh hastasısın. ‘Devlet bilir, yapar!’ diyorsan, sağlıklı ve ferasetli bir Türk çocuğusun.

Devamında tabii İttihatçılar sonrasına da geleceğim.

Yorumlar kapatıldı.