İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hırant’ın Torunu

Ayşe Önal

İki hafta önce bir grup yakın arkadaş, bir teknede ailelerimizle birlikteydik. Agos gazetesinin yayın yönetmeni Hırant Dink, torunu ile gelmişti. Teknemizin bebeği hafif ıslak zeminde düşe kalka emeklerken, bütün grup büyülenmişçesine onu izliyordu. Minnacık insan bir an için hepimizi kendi düşündüklerimizden, sonu gelmez memleket meselelerinden koparıp, huzura sürüklemişti.

En genç Dink el değmemiş çocuk masumiyeti ile emeklerken, diğerlerimiz ne düşündü bilmiyorum ama ben bebekleri Kürt, Ermeni, Alevi, Türk diye ayırabilmenin mümkün olmadığını düşündüm. Bebeklerin milliyetsiz olduklarını.. Yine de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bu müthiş sevimli bebeği doğduğu ülkede bekleyenlerden endişelendim.

Belki anavatandan bir göç, kim bilir hangi derin nedenlerden sonu gelmez mahkemeler, belki üç beş zorbanın hakaret yüklü tacizleri, kimi zaman bir yalnızlık duygusu, çoğu zaman kendisine ait olmayan bir savaşın günahları.. Doğrusu şirin bebeğin düşe kalka attığı adımları izlerken, ülkemde Ermeni olmak kolay görünmedi gözüme..

Hırant’ın başına gelenleri yakından izleyen dostları, Türkiye’nin en genç dedesine karşı boyunları bükük ve mahcuptular. Çünkü Hırant son bir yıl içinde oldukça hırpalanmış, anayasa da açıkça yasaklanmış olan ırk ayrımcılığına uğramış, deyim yerindeyse ipi serbest bırakılmış bir linç politikasının kurbanı edilmişti. Hiçbir toplu imza, geçmiş olsun temennileri, hiçbir beraat Hırant’ın çektiklerini telafi etmez. Çünkü insan bir güruhun eline lanetlenmek üzere teslim edildiğinde, sonraki rehabilitasyon veya gönül dayanışması sadece arkadaşlıkları aklamaktan ibaret kalır. Sonunda insan taşlanırken yapayalnızdır.

Şimdilerde çok yükseklere ulaşmış bir tanıdığım, aynı şehirde yaşadığı halde hiçbir Ermeni ile tanışmamıştı. Gerçi o bir Alevi ailenin evinde de oturup bir bardak çay içmemişti. Ama Alevi meselesini konuşmak daha köklü bir cesaret gerektirdiğinden bu konu hakkında susmayı seçiyordu.

Onu Hırant’la Rakel’in evine yemeğe davet ettim. Biraz çekinerek, biraz gönüllü, karışık duygular içinde kabul etti. Hayatı Sünni Türkler ve diğerleri diye böldüğünden, bütün suçluluk duygusu hissedenler gibi Rumların ve Ermenilerin aslında ne kadar iyi insanlar olduklarına beni ikna etmeye çalışıyordu. (Yahudiler üstü sıkı sıkıya örtülmüş dini hesaplaşmanın muhatabı kabul ettiklerinden bizim buralarda bu sınıflamaya alınmazlar.)

Rakel’in eşi benzeri zor bulanacak bir mutfak görgüsü ile hazırladığı muhteşem ziyafetten ayrıldığımızda, yemekten önceki övgülerinin suni olduğunu açığa vuran bir içtenlikle, ‘Bunlar sahiden çok iyi insanlarmış meğerse’ dedi.

O günden bu yana Ermenilerin, Rumların Alevilerin kötü insanlar olmadığına dair ikna turlarında müthiş bir sinsilik sezerim. Biz Sünni Türkler ve diğerleri ayrımını vurgulayacak ve onların bizden farklı olduğu düşüncesini yaygınlaştıracak hilelerden huzursuz olurum. Ortak imparatorluğumuzun, Cumhuriyet’e emanet edilmiş tebaalarına yaban armudu muamelesi yapan, uzatmalı bahçıvan takıntısından nefret ederim.

Çünkü Ermeni soykırımı meselesi ile hiç ilgilenmeyenler bile Ermeni olmayı aşağılama hakkına sahip olduklarını sanıyorlar. Türk olmayı yeryüzünün en önemli olayı sayanlar, başka ırkları aşağılamayı hak sayıyorlar.

Bir daha hem insan hakları gönüllüsü, hem Ermeni olmanın iki kez suçlu ve nasıl da korunmasız bir durum olduğunu hatırlıyorum. Hırant’ın, eşinin, çocuklarının neler düşündüğünü merak ediyorum. Soramıyorum.

Yorumlar kapatıldı.