İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yargı kendini tüketiyor

Etyen Mahçupyan

Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde en belirgin kurumsal engellerden birinin yargı mekanizması olduğu artık herkesçe bilinen bir olgu. Toplumsal dinamiğin gerisinde kalınması karşısında daha çok sarılınan resmi ideolojinin, yargı mensupları için psikolojik bir sığınak oluşturduğu ama tam da bu nedenle toplumla aralarında bir yabancılaşma oluşturduğu tespiti yaygın… Dolayısıyla yargının zaman zaman verdiği ‘garip’ kararlar kimseyi şaşırtmıyor. Nitekim Hrant Dink’in Ermeni diyasporasını eleştirdiği bir yazı dizisinin içinde bir cümlenin çekilerek, Türklüğü aşağılama suçu isnat edilmesi zaten başlı başına ‘garip’ti. Çünkü söz konusu cümlede Dink Ermeni diyasporasını Türklere besledikleri olumsuz duyguları bir zehir gibi içlerinde taşımaları nedeniyle eleştirmekteydi. Diğer bir deyişle son Yargıtay kararı, yargı mensuplarının bazılarının okuduklarını anlamakta zorlandıklarını da ima edebilir…

Öte yandan yargının tümünü mahkum etmek de mümkün değil… Bu davada da bilirkişi raporunun açık yorumuna ilaveten, bizzat Yargıtay Başsavcısının mütalaası ortada ne manen ne de maddeten bir suç unsurunun bulunmadığını ortaya koymaktaydı. Başsavcıya göre suç isnat edilen cümlenin kendisinden Türklüğü aşağılama şeklinde bir anlam çıkmaması yanında, yazının tümü açısından da yazarın böyle bir niyetinin olmadığı belliydi. Ama Yargıtay Başkanlar Kurulu gene de Dink’i suçlu buldu… Aslında bunun belirtisi bir süre önce davanın şeklen bozulmasına ilişkin kararda ortaya çıkmıştı: Yargıtay’ın yorumuna göre her ne kadar cümlenin kendisinde bir suç unsuru olduğu söylenemese de, “Suça konu yazının yayımlandığı mevkute, sanığın mevkutedeki konumu, hitap edilen kitle, yayımlanma amacıyla hitap edilen kitle tarafından algılanma biçimi de gözetilerek, dava konusu yazı dizisi bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde… ibarenin Türklüğü tahkir ve tezyif edici nitelikte olduğunda kuşku yoktu.”

Kısacası Yargıtay’a göre söz konusu cümlenin Türklüğü tahkir ve tezyif etmesinin nedeni, yazarın bir Ermeni gazetesinde yazıyor olması, o gazetenin yayın yönetmenliğini yapması ve okuyucuların da Ermeni olmalarıydı… Doğrusu böyle bir anlayışın vatandaşlar karşısında eşit uzaklıkta olması gereken yargının ağzından çıkması demokrasilerde bir skandal oluştururdu; ama Türkiye’de kimse şaşırmadı… Çünkü biz bu yargı kültürünü ve ardındaki zihniyeti biliyoruz… 1974’den bu yana aldığı birçok kararda Yargıtay Gayrımüslim vatandaşlarımız için ‘Türk olmayanlar’ ve ‘yerli yabancılar’ deyimini kullanmakta. Yani düpedüz ayrımcılık yapmakta ve bu ayrımcılığı ırk temeline indirgemekte. Bu nedenle de son kararda Dink’e zımnen atfedilen ırkçılık iması epeyce ironik kaçıyor. Ermenilerin gizli ırkçılığını eleştiren yazının sahibini ırkçılıkla suçamaya yeltenirken bu suçu ancak yazarın ırkıyla ilişkilendirerek gerekçelendiren bir ‘yargı’ sistemiyle karşı karşıyayız.

Bu son olay 301. maddenin yargı tarafından nasıl yüzeysel bir ideolojik bağlam içinde yorumlandığını ortaya koymakla kalmadı; yargının giderek kendini tükettiğini de gösterdi. Bu zihniyetteki bir yargı sistematiğinin gerçekten de ‘yargı’ işlevi yapması artık hiç kolay değil. Çünkü yargı işlevi, sadece var olan yasaların kendince yorumlanmasını değil, bu yorumların evrensel hukuk anlayışına ve toplumsal meşruiyete uygun olmasını ima gerektirir. Bu nedenle Dink’in basın açıklamasında “şu aşamada en çok sorguladığım hakkımda verilen bu kararın ne kadar ‘Toplum’ adına ne kadar ‘Devlet’ adına verildiğidir” demesi son derece anlamlı. Türkiye’nin artık şu soruyu sorması lazım: Bu yargı zihniyeti ne denli ‘bizi’ temsil ediyor? Bu zihniyet ‘bizi’ pekiştiren mi, yoksa ayrımcı bakışı nedeniyle parçalayan mı bir unsur?

Yorumlar kapatıldı.