İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Zorunlu göç´ ile yüzleşmek

Yıldırım Türker

Geçtiğimiz hafta Murat Belge’nin deyişiyle Kerinçeklerle Perinç-sizler yine işbaşındaydı.

Bu kez Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın basın toplantısını basıp, zafer çetelesine bir çentik daha attılar. En iyisi, TESEV’in olay sonrası yayımladığı basın bildirisinin kibar diliyle kayıt düşmek: “Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) Demokratikleşme Programı çerçevesi içinde 2004 yılından bu yana sürdürmekte olduğu, Doğu ve Güneydoğuda yerinden edilmiş insanların sosyolojik ve hukuksal durumunu inceleyen çalışmanın kamuoyuna sunumu 6 Temmuz 2006 tarihinde İstanbul’da Tarık Zafer Tunaya salonunda yapılacaktı…

Dilek Kurban, Deniz Yükseker, Ayşe Betül Çelik, Turgay Ünalan ve A.Tamer Aker’in literatür ve saha çalışmalarını bir araya getiren ‘Zorunlu Göç’ ile Yüzleşmek: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası’ başlıklı kitabın tanıtımı, Jaklin Çelik’in düzenlemesi altında bir fotoğraf sergisi ve bir kısa filmle de desteklenmişti…

Ancak kamuoyuna yönelik sunum TESEV Başkanı Can Paker’in konuşmasının ardından durdurulmak ve ertelenmek durumunda kaldı. Çünkü son dönemde demokratikleşme ile ilintili sembolik anlamı olan her olayı kaba bir milliyetçilik üzerinden baltalamayı, tahrik ve tahrip etmeyi ‘siyaset’ sanan malum güruhun saldırısına maruz kalındı.

Önceden tasarlanmış bir kışkırtmanın parçaları olarak söz kesme, bağırma ve hakaretten fiziksel şiddet kullanmaya uzanan bütün yollar denenerek, özellikle oraya dinlemeye gelmiş olan izleyiciler ve basın mensupları tahrik edilmeye çalışıldı. Fiziksel şiddete meyledenleri salondan çıkratmaya çalışan polislere karşı konuldu ve ‘yeterince milliyetçi’ olmadıkları için sözlü saldırıda bulunuldu…

Bu yaşananlar TESEV’i ve bu kurumsal çatı altında yapılmakta olan çalışmaları etkileme açısından hiçbir öneme sahip değil… Ancak Türkiye’de fikir özgürlüğünün, karşılıklı konuşma kültürünün; toplumsal çalışmalar yoluyla kendimizi anlama ve sorunlarımızı birlikte çözerek geleceği beraberce kurma çabalarının kimler tarafından ve nasıl baltalandığını göstermekte…

TESEV olarak, ‘milliyetçilik’ bağlamında serdedilen bu kaba söylemin içeriği bir yana, esas kullanılma biçiminin kınanması gerektiğini; dinlemeyi bilmediği için duymaya tahammülü olmayanların ülke barışı önünde esas tehdidi oluşturduklarını bu vesile ile tekrarlamak istiyoruz… Bu arada toplantı boyunca bizlere destek veren izleyicilere, basın mensuplarına ve kışkırtmalara karşın görev bilincini koruyan kolluk kuvvetlerine teşekkür ediyoruz… ÖTESEV”

Öncelikle bu kibarlık meselesine bir açıklık getireyim isterim. Kerinçeklerle Perinçsizlere karşı tam da bu dilin korunması ve savunulması gerekiyor. Onları gazilik unvanına taşıyacak her türlü söz ve eylemden kaçınmak, onların kendilerinde vehmettikleri gücün nasıl bir balon olduğunu ilan edecektir. Anladıkları dilden bir karşılık görmedikçe hırçınlıklarını artıracaklar, ama hırçınlıkları arttıkça da yalnız kalacaklar.

Kitaba gelince

Tanıtımı engellenen kitabın alt başlığı, ‘Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası’. Kitabın sunuş yazısına Etyen Mahçupyan şöyle başlamış; “Yerinden olan ve/veya yaşadığı yerleri terk etmek durumunda kalan herkes için yeni kurulacak hayat bir ‘zorunluluk’tur. Büyük tarihsel ve çoğrafi değişimlerin insan gruplarını sık sık bu kararın eşiğine getirdiği ise bir sır değil…Ancak, ‘zorunluluk’ yeni hayatın kurulması gereğinden ziyade, siyasi nedenlerle eski hayatın sürdürülememesini ima ediyorsa, bunun ardında bizzat o toplumun basiretsizliğinin yattığını görmek gerekiyor.” Sonunda da şöyle bağlıyor: “TESEV,…yerinden edilme meselesinin ‘zorunlu göç’ bağlamından kurtarılarak toplumsal sorumluluk temeline oturtulmasını öneriyor.

Bu meseleyle yüzleşmenin kendi zihniyetimizle ve o zihniyetin uzantısı olan kimlik, vatandaşlık ve demokrasi anlayışıyla da yüzleşmek olduğunu fark ettiğimiz ölçüde, ‘zorunluluk’ olarak sunduğumuz birçok şeyin gerçekte kendi irademiz dahilinde olduğunu anlayabileceğimizi umuyoruz…”

Ciddi ve sorumlu bir çalışmanın ürünü olan kitapta, yerinden edilme sorunu konusundaki uluslararası ilke ve uygulamalar, Türkiye’de yerinden edilme sorunu hakkında ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşların yaptıkları çalışmalar ve bulguları içeren bölümler var. Ve tabii, TESEV Araştırma Grubu’nun Türkiye ‘nin yerinden edilme sorunu konusunda yaptığı alan araştırmaları.

Bu yüzleşilmek istenmeyen, korkulan çalışmadan bir bölüm aktararak bir kez daha nelerin işitilmesinin sakıncalı bulunduğunu düşünelim isterim. Deniz Yükseker’in ‘Yerinden Edilme ve Sosyal Dışlanma: İstanbul ve Diyarbakır’da Zorunlu Göç Mağdurlarının Yaşadıkları Sorunlar’ başlıklı çalışmasının ‘Çocuk Emeği’ bölümünden:

“Kamuoyunda ve hatta TBMM raporunda, çocukların sokakta çalışması olgusu, genel olarak çocuk emeğinin istismarı, yani ailelerin veya başka kişilerin çocukları zorla çalıştırmaları olarak algılanıyor. Ancak çocukların çalıştırılması, Beyoğlu Çocukevi’nde görüştüğümüz sosyal hizmet uzmanlarına göre, çok daha büyük bir sorunun dışarıdan görünen yüzü. Ebeveynlerin işsiz oldukları ve iş bulamadıkları bir ortamda, pek çok ailenin tek seçeneği çocukların eve gelir getirmesi. Diğer bir deyişle, çocukların sokakta çalışmaları, bir istismar sorunu olmaktan çok, kentsel yoksulluğun bir tezahürüdür.

Alan araştırması yaparken, bu olguyla bizatihi karşılaştık. Örneğin Balat’ta yaşayan ikisi evli sekiz çocuğu olan Diyarbakır Hanili bir ailede, baba gündeliği 15 YTL’ye kayıt dışı garsonluk yapıyor, anne zaman zaman evde eşarplara oya yaparak bir miktar para kazanıyordu. İlköğretim okuluna giden çocuklar ise okuldan sonra Eminönü’ne ‘selpağa gidiyorlardı’. Anne bu zorunluluğu ifade ederken şöyle diyordu: ‘İnsan çalışmazsa aç kalıyor. Çalışmazsan, bu çaya bu şekeri nasıl alacaksın?’ Ailenin daha büyük çocukları ise, Fatih’teki atölyelerde konfeksiyonda çalışmışlardı. Fakat iflas ettiği gerekçesiyle dükkân kapatan kayıt dışı işveren, gençlerin ücretini ödememişti.

Babaların hasta veya yaşlı olmaları, iş bulamamaları, aileleriyle düzensiz ilişkileri (veya ailelerini terk etmiş olmaları); çocukların çalışmasına doğrudan yol açabilen bir durum… Atölyelerde çalışan çocuklar ve gençler için de benzer bir durum söz konusu.”

Aynı çalışmanın sonuç bölümü de öneriler sıralıyor: “…yerinden edilen bireylerin ve ailelerin içinde bulundukları kentsel yoksulluk ve dışlanma döngüsünü tersine çevirebilmek için yeni politikalar oluşturulurken, birkaç hususun birden göz önünde bulundurulması gerekiyor: i) Zorunlu göçün yarattığı sosyal dışlanmaya bir ‘yurttaşlık hakları’ meselesi ve özellikle de sosyal haklar sorunu olarak bakılmalı. ii) Gençler ve çocuklar, gelecekte aynı döngü içine girmemeleri ve birinci kuşak zorunlu göç mağdurları da dışlanmayla baş edebilmeleri için güçlendirilmeli. Güçlendirme, özellikle eğitime erişim ve istihdama yönelik beceri kazanmaya yönelik olmalı. Bunun yanı sıra, çocuk istismarı ve çocuk emeğinin istismarının önlenmesi için rehabilitasyon programları oluşturulmalı. iii) Sosyal dışlanmanın sadece bireyleri değil onların içinde yaşadıkları toplulukları (mahalle, kent) da etkilediği düşünülerek; kentlerde istihdam alanları yaratılmalı, kırsal bölgelerde tarımsal ekonominin canlandırılması ve küçük işletmeciliğe yönelik uygun koşullarda kredi imkânları oluşturulmalı. iv) Bütün bunlar, ancak devletin ve sivil toplumun etkileşim ve işbirliği içinde çalışmasıyla başarılabilir.”

TESEV’in bu çalışması, bunca acı, bunca yerinden yurdundan edilme, bunca kan ve şiddetten sonra nasıl bir arada, nasıl birbirimizi koruyarak, nasıl yaralarımızı sararak yaşayabiliriz sorusuna bir ışık düşürmek için yola çıkmış, bilimsel bir araştırma. Yüzleşmekten korkmayanlara.

Yorumlar kapatıldı.