İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gelenler ne bulacak?

Mihail Vasiliadis

Siz bu satırları okurken İstanbul Rum Cemaatinden bir komisyonun tertiplediği ‘İstanbul buluşması, cemaatin bugünü ve yarını’ konulu toplantı bitmiş olacak. Başlangıç konuşmalarının sayın Patrik Bartholomeos ile İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı sayın Kadir Topbaş tarafından yapılması plânlanmıştı, maalesef gelemedi. Konferans esasen Patrik Hazretlerinin himayesindeydi. Sayın Kadir Topbaş’a ise teveccühleri için teşekkürlerimizi bir kez daha ifade edelim. Kendisine buluşmayı bildirmek için tertip komitesi olarak ziyaret ettiğimizde, arife akşamı tüm delegeleri yemekli Boğaz gezisine davet etmekle kalmadı, açılışta bizzat hazır bulunarak konuşma yapacağını da belirtti. Ancak son günlerde programının yoğunluğu buna izin vermeyince yerine temsilci gönderdi. Bek‰sı işin zorlu bir mücadeleye girişmek kararında olan bir toplum için, hazır bulunması büyük bir manevi destek olacaktı. Böylesi de fena olmadı.

Tertip Komitesi olarak bu yolda çabaladığımız son yıl zarfında yaşadığımız stres az buz değildi. Acaba ilgi görecek mi teşebbüsümüz? Uzaktakiler gelecek mi? İstanbul Rumlarının bugünü ve de geleceği onları ilgilendirir mi? Yoksa gözden ırak olan gönülden de uzaklaşmış mı? Ola ki öğrencisi azalmış okullar, içinde üç beş yaşlının ayine katıldığı kiliseler, mezarlarını ot bürümüş kabristanlar, malları ellerinden alınmış vakıflar… yeterince dokunmaz gönüllerinin bam teline.

Yunanistan’dakiler pek sorun değil. Onlarla az çok irtibatımız her zaman olmuştur. İstanbul’un bugünkü halini de biliyor çoğu. Ama uzaklardan, Amerikalardan Avustralyalardan gelenler neler bıraktılar arkalarında, neler bulacaklar! Bırakın cemaati ve onun h‰l-i pür mel‰lini. İstanbul’u nasıl bulacaklar? Sorun o! Yaşanacak gibi mi, yoksa ‘eğrisi doğrusuna gelmiş, iyi ki gittik’ mi diyecekler?

60larda, 70lerde bambaşkaydı İstanbul. Berraktı daha Boğazın, Adalar’ın suları. Hele hele 50lerde. Bir Kasımpaşa’dan geçerken kapatmak zorunda kalırdın burnunu; bir de Kurbağalı dereden kiraladığın sandalla Kalamış koyuna çıkana kadar. Geri kalan denizlerine gir yüz, dal midye çıkar, serinle. Kaşıkla iç suyunu. Florya’nın, Menekşe’nin kumları pırıl pırıl. Moda, Kalamış, Tarabya, Salacak, Süreyya paşa… her taraf plaj. Adalarda, kayalardan denize atlarken diplerde bir başka dünya gözlerinin önünde.

Nefesini tutabildiğin kadar seyret doyum olmaz manzarayı; yanından sürünüp geçen balıkları okşayabileceksin nerdeyse! 3.5 – 5 sea gull motor yada en fazla 10 beygirlik Johnson kıçtan takmayla adalar arasında gezerken yunuslar oynaşır etrafında, yarışır ahşap tekneyle…

Çırçır suyu vardı, kestane suyu, şifa suyu… sık ağaçlı ormanların içinde. Sabahtan yemeklerle giderdi kızlı erkekli gruplar; elde gitarlar, akordeonlar… Varınca, kızlar masayı kurar evden hazırladıkları dolmalar ve mezelerle, erkekler de futbol oynardı, bisikletin pompasıyla şişirilmiş şamprelli meşin topla. Yemekten sonra etrafa dağılırdı, araziye uyardı çiftler; geride kalanlar da dedikodusunu yapar, kendi dedikodusu yapılacak anı iple çekerekten…

Ağaç ormanları beton ormanlara dönüştü şimdilerde. 80 – 100 metre karelik dairelerde yaşayanların atık suları akıyor gürül gürül akan pınarların açtığı su yollarından…

Bahar gelince çekilmez olurdu okul. Kafaya girmez olurdu dersler. ‘Asalım mı öğlenden sonra okulu? Lâle bahçesi açıldı Emirgân’da’. İkinci lâf beklenmez! Çıktığımız gibi Zoğrafyon lisesinin arka kapısından doğru Taksime. Ver elini Emirgân. Bugünkü The Marmara otelinin önünden kalkardı eski hurda halk otobüsleri. Önce çay içilirdi Çınaraltı kahvesinde. At kuyruklarından, çifte yeme tehlikesiyle kopardıkları kılları birleştirenler olta yapıp balık bile tutarlardı. Sonra çıkılırdı lâle bahçesine. Etraf rengârenk. Koku bir başka!

Sevgili dostum Vangelis Çonçolis’in yazdığı -benim de naçizane Türkçe’ye çevirdiğim- ‘Emirgân’ adlı şiir şöyle biter: Sonbahar! / Ellerinde bir dal yasemen, / Ellerinde, ikindi güneşinin sönük pırıltısı. / Balıkçı teknesinin uğultusu gelir denizden / Sulara batıp batıp çıkan burnunda ‘Martı’ yazılı. / Yolun açık olsun ‘Martı’ / ‘Gidelim canım, üşüdüm’ demiştin / ‘Lâle bahçesinde gezinelim biraz’. / ‘Bir âlem, bir âlem…’ şarkımız. / Ellilerde, altmışlarda, / Emirgân bir âlem…

Yorumlar kapatıldı.