İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Aleviler bir zenginlik değil!

Etyen Mahçupyan

Yukardaki başlık birçok insana itici gelecektir… Bu başlığın Aleviliğin baskı altına alınmasını meşru gösterdiğini düşünenler de çıkabilir. Ama riski üstlenip bir de tersinden bakalım: Niçin Aleviler hep bir ‘zenginlik’ olarak sunuluyor?

Bunun anlamı Aleviliğin dinsel açıdan ‘alt kategoride’ yer alan ‘ikincil’ bir inanç tasavvuru olduğu kabulü değil mi? Acaba niye kimse Sünniliğe ‘zenginlik’ demiyor? Sünniliğin zaten Müslümanlığın esası olduğu düşüncesi nedeniyle olmasın?… Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanı’nın “Alevilerin Müslüman olup olmadığının tartışılması Müslümanlığa hakarettir.” cümlesi ne denli isabetliyse, sonuna eklediği “Bunlar birer zenginliktir.” sözü de o denli boşlukta kalmakta. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, ‘din kültürü ve ahlak’ dersinin Sünni İslam yorumunu öne alan bir ‘zorunlu din dersi’ haline gelmesi üzerine temellenen müracaatı kabul etmesi bu nedenle hiç şaşırtıcı değil. Çünkü Türkiye’deki siyasetçi ve bürokratlar söz konusu müracaatın ‘haklı’ olabileceğine dair yığınla delili her gün önümüze sürmeye devam ediyorlar.

Dinsel özgürlüğü önemsemesi beklenen hükümetin Eğitim Bakanı bile, üstelik sırtını 82 Anayasası’na dayayarak söz konusu dersi almanın ‘zorunlu’ olduğunu vurgulamakla kalmıyor, bu açıdan Anayasa’nın değişmesi gereğine inanmadığını söyleyebiliyor… Açıklamadan anlaşıldığına göre Alevi vatandaşların dilekçe vererek ‘bu dersi almıyorum’ deme hakları da yokmuş. Bunun anlamı dinsel asimilasyondan başka türlü yorumlanabilir mi? Herhangi bir dinin nasıl anlaşılması gerektiğinin devlet bürokrasisi tarafından belirlendiği ve üstelik bunun dinen caiz olduğunun iddia edilerek vatandaşlara empoze edildiği bir rejime nasıl bir ad vermeli acaba? İmam hatipler ve başörtüsü konusunda haklı taleplerini serdederken demokratlığı fazlasıyla benimsemiş gözükenlerin, iş Müslümanlığın farklı yorumlarına geldiğinde böylesine bocalamaları nasıl açıklanabilir? Açıktır ki bu hükümetin Alevilik konusundaki tavrı, kendisine vehmettiği ‘muhafazakar demokratlığın’ yumuşak karnı, bir anlamda turnusol kağıdıdır. Diğer bir deyişle bütün diğer alanlarda ne denli demokratça tavır alınsa da, bu hükümetin ‘demokratlığı’ Alevilerin inanç özgürlükleri karşısındaki tutumuyla ölçülecek. Bu nedenle devlet kadrolarının laik elitizmi karşısında meşruiyet arayan AKP’nin geleceği de Alevilik karşısındaki tavırlarıyla belirlenecek.

Hükümetin kendisiyle ve temsil ettiği cemaatle yüzleşemediği için ‘topu taça atması’ bir kurtuluş değil… Adalet Bakanı’na bakılırsa sanki meseleyi çözmek için bir irade var da, Alevilerin muhatap üretememesi nedeniyle hayata geçirilemiyor sanabilirsiniz. Nitekim Bakan’a göre “Bu düşünce içinde olanların bütünlüğü yok… Siz hangisini esas alarak (düzenleme) yapacaksınız?” Ne yazık ki bu yaklaşım pek de inandırıcı değil… Sanki Sünni kesim ‘kendi içinde bütünmüş’ gibi, Alevilerin bütünleşmelerini istemek abes. Üstelik cemaatlerin kendi içlerinde çoğullaşmalarının, çeşitlenmelerinin demokratlaşma ve sağlıklı bir laiklik açısından ne denli önemli olduğunun keşfedildiği bir dönemde… Ayrıca dinsel özgürlüğü yaşamak için ‘bütünleşme’ niçin bir ön koşul olsun? Herkes dinini kendi istediği gibi algılayıp, özgür bir cemaatleşme süreci içinde hayata geçirme hakkına sahip değil mi?

Açıkça söylemek gerekirse Alevilik konusunda hükümetin ciddiye alınır hiçbir yaklaşımı olmadığı gibi, daha ‘ciddi’ gözükenler de antidemokratik… Eğer zenginlik arıyorsak artık bunun diğer cemaatler olmayıp, bizzat cemaat için farklılaşmalar olduğunu görmemiz lazım. Sünni cemaatin kendisi bireyselleşme yaşarken, bunu sırf Sünni olmadıkları için diğer Müslümanlardan esirgemek ne kadar savunulabilir?

Yorumlar kapatıldı.