İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu toprakların demokratları

Etyen Mahçupyan

Modern dünyanın liberal demokrasiler yanında faşizm ve komünizmi de üretmiş olması hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü modernizme hayat veren zihni arka plan sadece özgürlüklere değil, kişiyi aşan bir ‘üst aklın’ meşruiyetine de gönderme yapar. Nitekim Türkiye gibi zaten otoriter/aterkil zihniyet içinde yoğrulmuş olan toplumlar bu ‘üst akıl’a kolaylıkla sarılmışlar; çağdaşlığı bir tür ulus devlet hegemonyası olarak kurmakta beis görmemişlerdir. Böyle ülkelerde düzenin bilgeliğini ve kudsiyetini sorgulayan demokratlar bir tür ‘münafık’ olarak görülürken; sistem tüm modern sıfatlara sahip çıkma arzusunda olduğu için, ‘demokratlık’ da otoriter bir çerçeve içinde yeniden tanımlanarak yönetici elitin neredeyse ‘doğal’ bir niteliği olarak sunulur. Böylece laik kesim kendiliğinden ‘demokrat’ oluverirken; bir davranış kalıbı ve algılama tarzı olan demokratlık, özsel, kimliksel bir nitelik alarak siyasi güce tahvil edilir…

Türkiye’nin ‘solcuları’ bu bakıştan azade değildir. Onlar da sırf kendilerine ‘sol’ dedikleri için demokrat da olduklarını sandılar… ‘Demokratik kitle örgütleri’ sözü onyıllar boyunca laik kesimin ürettiği sosyalizan muhalefet için kullanıldı. İşin ilginci toplumun muhafazakar kesimi de kendisine dışardan gelen Batılı jargonun bu iki kelimesinin birleşmesinde bir mahzur görmedi. Sonuçta sol denen şey farklı bir siyasi kültürün, demokratlık ise bize yabancı bir zihniyetin uzantısıydı. Üstelik kendilerine solcu/demokrat diyen insanların bu toprakların sesine ve duygusuna uzak kalmaları, hatta halkın gördüğü eza karşısında duyarsızlık bir yana, yapılanları onaylamaları ‘demokratlığı’ uzun yıllar muhafazakar kesim açısından ‘zararlı’ bir unsur kıldı…

Ne var ki değişim 1990 sonrasında Türkiye’nin muhafazakarlarını da kuşattı ve bu cemaati içerden çeşitlendirerek çoğulcu bir yapıya dönüştürdü. İslami kesimin gerçek demokratları o dönemde ilk kez sahneye çıktılar. İnsan hakları bağlamında yaşanan sıkıntılar bu kesimde de bir örgüte, Mazlumder’e yol açtı… İlk başta cemaatin sorunlarını aşan bir perspektif geliştiremeyen dernek, özellikle Yılmaz Ensaroğlu’nun uzun başkanlık döneminde ülkenin en önemli sivil demokrat sesi ve denetçisi haline geldi. Son on yıl içinde Mazlumder Türkiye’nin demokratik açılımının mihenk taşlarından birini oluşturmakla kalmadı; kendisini demokrat sanan solun hiç olmazsa bir bölümünün demokratlaşmasına da önemli katkı sağladı…

Ensaroğlu’nun bu sürece etkisi o denli belirgindi ki, birçok kişide onun ayrılmasının ardından Mazlumder’in etkisizleşeceği, ‘duruşunu’ kaybedebileceği endişesi oluşmuştu… Ama bugün söz konusu endişenin geçersiz olduğunu biliyoruz… Derneğin başkanı Ayhan Bilgen’in 26 Haziran’da Radikal’den Neşe Düzel’e verdiği mülakat, bu toprakların kendi demokratlarını üretmekte sanıldığı kadar zorlanmadığını ortaya koyuyor. Sadece ‘ötekine’ ve kamu otoritesine değil, kendi cemaatine de eleştirel gözle bakabilen, değişimi bütün yönleriyle görme cesaretine sahip; ve Müslüman… ve kültürel açıdan muhafazakar… ve de buralı birileri artık var…

Ayhan Bilgen gibi insanlar, Mazlumder gibi dernekler tabii ki en büyük eleştirileri de muhtemelen ‘içerden’, kendi cemaatlerinden alacaklar… Sözleri ve duruşları çarpıtılacak, basitleştirilecek; ufuklarının genişliği, zihniyetlerinin kuşatıcılığı anlaşılmayıp küçümsenecek… Ama zaten demokratlık öyle kolay olmuyor ve herkes de bunu beceremiyor. Zihniyet değişimi herşeyden önce ‘meram’ ister: Kendinize bakmaya, baktığınızı görmeye, gördüğünüzü öteki ile paylaşmaya hazır olmayı gerektirir… Ancak ‘birlikte’ yaratılan geleceklerin ‘birlikte’ yaşanabildiğini kavramış olmayı gerektirir… Bu toplum Mazlumder’e koca bir teşekkür borçlu…

Yorumlar kapatıldı.