İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Vatandaş Türkçe Konuş!

RIFAT N. BALI (*)

Popüler siyasi terimlerden hafızalarda çok yer edenlerden biri olan “Vatandaş Türkçe Konuş” sloganı bir döneme damgasını vurmuş bir deyim. Bu dönemi bizzat yaşamış olanlar, yani 1920’li yıllarda yirmi yaş civarında olanlar artık hayatta değiller. Bu slogan ile tarihe mal olan kampanyanın nasıl ve hangi şartlar içinde ortaya çıktığı, kimleri hedeflediği, hedeflenen kidenin tepkisinin ne olduğu konusunda tanıklık yapacak kimse yok artık. Ancak son yıllarda yayınlanan azınlıklarla ilgili araştırma kitaplarında ve kimi hatıradarda bilgi bulmak mümkün. Yetmiş yaş üstündeki azınlıkların hafızalarından silinmeyecek olan ve her hatırlatıldığında öfke ile anılan bu slogan neyi amaçlıyordu?

TEK PARTİ DÖNEMİNDE DİL

Cumhuriyet’in parçalanmış bir imparatorluğun küllerinden bir ulus-devlet inşa etme, o ana kadar Sultan’ın tebaası olan bir halktan Müslim ve gayri Müslim herkesin eşit haklara sahip olduğu bir yurttaşlar topluluğu yaratma tasarısı olduğunu kaydettikten sonra, Tek Parti döneminin kültürel, ekonomik ve siyasi koşullarına göz atalım. Cumhuriyet’in kuruluş ve sağlamlaştırma yılları olan Tek Parti dönemini karakterize eden vasıflardan biri azınlıkları Türkleştirme siyasetidir. İçinde barındırdığı çelişkiler ve bu memleketin aslî kurucuları arasında gayri Müslimlerin yer almadığı inancı nedeniyle başarıya ulaşmayacak olan bu siyaset, Osmanlı İmparatorluğu’nun son bakiyesi olan Doğu Trakya ve Anadolu topraklarında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan değişik etnik kökenli Müslümanlar ile gayri Müs-limleri Türk millî kimliği potasında eriterek birleştirmeyi ve yeniden birer Türk yurttaşı olarak yaratmayı hedeflemekteydi. Kemalist eliüerin arzusu ister Müslim, ister gayri Müslim olsun, herkesin Türk dilini, Türklük ülküsünü ve Türk kültürünü benimsemesi, özümsemesi ve bu ülke etrafında sıkı sıkıya kilitienmesiydi. Ulus-devletin kurulmakta olduğu bir ortamda bu talepler “makul” ve “anlaşılabilir” taleplerdi. Ancak, ilk bakışta öyle algılanabilen bu talep, zaman içinde özellikle azınlıklara karşı baskıcı ve tacizci bir şekilde uygulanacaktı.

AZINLIKLARIN TÜRKÇE KONUŞMALARI

Yüzyıllar boyunca millet düzeni içinde, dışa kapanık bir şekilde yaşayan, Rumca, Ermenice ve Yahudi İspanyolcası konuşan azınlıkların bir günden diğerine anadillerini unutup umumî yerlerde ve kendi aralarında Türkçe konuşmaya başlayacaklarını ummak fazla iyimserlikti. Nitekim, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra da azınlıklar kendi dillerinde konuşmaya devam ettiler. Bu da bütün devrimleri bir günden diğerine gerçekleştiren ve her yeni devrimin hemen uygulanmasını talep eden Kemalist önder kadro, dönemin ateşli milliyetçi gençliği ve basını için kabul edilebilir bir durum değildi. Basın ve üniversite gençliği umumi yerlerde herkesin hemen Türkçe konuşmasını talep etti. Umumi yerlerden kasıt, tramvaylar, yaz aylarında Adalar’a sefer yapan Şirket-i Hayriye vapurları, eğlence ve sayfiye yerleri, caddeler, meydanlar, sokaklar idi. Azınlıkların yoğun olarak yaşadıkları ve çalıştıkları Beyoğlu, Galata, Eminönü, Balat, Hasköy ile yaz aylarını geçirmek için taşındıkları Adalar gerginlik ve gerilimin en çok cereyan ettiği yerlerdi.

KAMPANYA NASIL UYGULANDI?

Türkçe konuşturma kampanyası Dârül-fünûn Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin 13 Ocak 1928 tarihinde yıllık kongresinde aldığı karar ile başladı. Talebe Cemiyeti Reisi, azınlıkların umumi yerlerde Türkçe’den başka dil kullanmalarını yasaklamak için girişimde bulunulmasını istedi. Türk Ocakları’nda düzenlenen bir toplantıda da umumi yerlere Türkçe konuşulmasını tavsiye eden tabela ve flamaların asılmasına, okullarda konferanslar verilmesine karar verildi.

Uygulama ateşli ve gerilimli bir şekilde gerçekleşti. Yabancı dilde gazete okuyan insanların ellerinden gazeteler alındı ve yırtıldı. Gençlerin Türkçe konuşmayanlara müdahalesi sonucunda kavgalar oldu. Umumi yerlere asılan “Vatandaş Türkçe Konuş” flamalarını yırtan azınlıklar gözaltına alındı. İki kişinin kendi aralarında istedikleri bir dilde konuşmaları kendilere yöneltilen tehdit dolu bakışlar nedeniyle imkansızlaştı.

Ünlü gazeteci Cihad Baban’ın şu satırları günün havasını iyi anlatır: “Bir gün Boğaziçi vapuru Boyacıköyü’nden kalktıktan sonra Boyacıköylü gençlerin bir adamı fena halde dövdüklerine şahit olmuştuk. Öğrendik ki, dayak yiyen adamın, veresiye mal vermek dolayısıyla bu insanlardan alacağı varmış ve bir gün evvel onlardan alacağını istediği için, ertesi gün vapurda Türkçe konuşmadı diye dayak yiyormuş. O tarihler de bu gibi hâdiseler birbirini kovalamıştı. Kocası ile konuşan bir kadının, hiç Türkçe bilmeyen bir ecnebinin, tecavüze uğradığını duymuştuk.”

HEDEF KİTLE KİMDİ?

Kampanyanın hedefi, başta azınlıklar olmak üzere Türkçe konuşmayan herkes idiyse de, fiiliyatta özellikle Yahudiler hedeflendi. Bunun sebebi, Türk Yahudilerinin nevi şahıslarına has durumlarıydı. Lozan Andaşması azınlıkların anadillerini konuşma hakkını tanımıştı. Her ne kadar Yahudi İspanyolcası Türk Yahudilerinin ana dili haline gelmişse de, dönemin toplumsal seçkinleri bunu öyle kabul etmiyor, Türk Yahudilerinin bilmedikleri İbranice’yi anadil olarak kabul ediyor ve o nedenle Türk Yahudilerini şöyle özedenebilecek bir söylemle yoğun bir şekilde eleştiriyordu: “1492 yılında İspanya’dan kovulduğunuzda sizlere kucak açtık. Aradan 430 yıl geçmesine rağmen sizler bu iyilikte bulunmuş olan Türk milletine hiçbir karşılık vermediniz. Aksine, Türkçe öğrenmek yerine, sizleri kovmuş olan milletin dili olan İspanyolcayı konuşuyorsunuz. Yeni bir dil öğrenmeye karar verdiğinizde de Türkçe değil Fransızca öğrendiniz. Çifte nankörsünüz.”

Bu yoğun eleştiri altında bunalan Yahudiler otuzlu yıllarda bu gergin havayı dağıtmak ve kamuoyunu rahadatmak için sinagoglarda Türkçe konuşacaklarına dair yemin ettiler, taahütname imzaladılar. Türkçeyi ağır bir Yahudi İspanyolcası şivesi ile konuştuklarından mizah dergilerinin alay konusu haline gelen Yahudiler şivesiz ve pürüzsüz bir Türkçe konuşabilmek için genç üniversite öğrencilerinden konuşma dersi almaya başladılar.

Popüler kültürümüze mal olan bir anekdot dönemin havasını iyi yansıtır. Otuzlu yıllarda bir nüfus sayımı sırasında memur Balat’taki bir Yahudi evine gelir, sormaya başlar. Yaşlı anne Türkçe bilmediğinden her seferinde kızına “Ke dişo?” (“Ne dedi”?) diye sorar, kızı soruyu Yahudi İspan-yolcasına tercüme eder, anne cevap verir. Sayım memuru “Anadiliniz nedir?” sorusunu sorduğunda, anne gözlerini yine kızına yöneltir. Sorunun tercümesini duyduktan sonra sayım memuruna yüksek sesle “Turkça” cevabını verir!

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve çok partili demokrasiye geçilmesiyle, “Vatandaş Türkçe konuş!” meselesi gündemi terk etti ve 27 Mayıs darbesine kadar bir daha sözü edilmedi. 27 Mayıs’ı izleyen Ağustos ayında üniversite öğrenci birlikleri gene azınlıkları hedef alan bir “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyası başlattılar. Ancak bu kampanyanın ömrü kısa oldu. Dönemin İstanbul Valisi Tuğgeneral Refik Tul-ga’nın öğrenci liderleriyle görüşüp, onları mevsimin yaz olması ve İstanbul’da turistlerin fazlalığı nedeniyle böylesi bir kampanyanın turistleri rahatsız etmesinin Türk ekonomisini zarara uğratacağı konusunda ikna etmesiyle kampanya sona erdi.

(*) Bağımsız araştırmacı

Yorumlar kapatıldı.