İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni konusunda bir gezinti

Etyen Mahçupyan

Fransa Parlamentosu’nun ‘Ermeni soykırımının inkarının suç sayılması’ tasarısını bir süre önce sonbahara ertelemesi herkese rahat bir nefes aldırdı. Türkiye’deki gazetelerin hemen hepsi olayı ‘basiretin gereği’ olarak değerlendirdiler. Çünkü parlamentoların tarih yazamayacağı gerçeğinin Batılılar tarafından da kabul edilmesi olarak yorumladılar. Ancak bu olayın bir ‘tarih yazma’ meselesi olup olmadığını bir tarafa koysak bile, nedense kimse şu soruyu sormadı: Parlamentolar tarih yazamaz… Peki devletler tarih yazabilir mi? Devlet eliyle yazılmış bir tarihin kendisini resmi ideolojiden kurtaramayacağını, dolayısıyla tarihi ‘ulusal çıkar’ açısından bilerek çarpıtacağını öngörmek zor değil. Bu nedenle diğer ülkelerde siyaset üzerinden tarih üretilmesini istemeyen bir devletin kendi elini tarihten uzak tutması basit bir tutarlılık meselesi. Ne var ki Türk Tarih Kurumu tam da bunun aksini yapıyor, devlet memurları haline getirilen akademisyenlere tarihsel metinler yazdırılarak, ‘tarih’in yeniden inşa edildiği sanılıyor… Oysa yapılan şey zihniyetin sergilenmesinden ibaret. Bu şekilde üretilen bir ‘tarih’in gerçeklikle ahlaki anlamda hesaplaşması pek mümkün olmadığı için, uluslararası planda muhatap alınması ve saygı görmesi de olanaksız…

Ancak vatandaşlar olarak bu yayınların, hiç olmazsa bilimsel etiğin temel kriterlerine uygun yazılmasını ve biraz daha akıllıca olmasını beklememiz gerekir. Örneğin İttihatçıların yargıladığı bin küsur insanın, Ermenilere kötü davrandıkları için değil, Ermenilerin mallarına merkezden bağımsız olarak el koydukları için mahkemeye sevkedildikleri tarih akademiasındaki herkes için malum iken, topluma bunun İttihatçıların ‘adaleti’ olarak sunulmasıyla ‘tarihsel gerçek’ üretilebilir mi? Benzer bir biçimde, ölü sayısını düşüreceği için Türkiye’deki dönmelerin, kurtarılan çocukların varlığını görmezden gelen resmi Ermeni tarihçiliğinin bilimsel kamuoyunda herhangi bir saygınlığı olabilir mi? Öte yandan durumun simetrik olmadığını görmekte yarar var… Bunun nedeni Ermeni tarihçilerin resmi ideoloji dışında çok sayıda çalışma yapabilmesi ama bunun Türkiye tarafında karşılığının olmamasıdır. Bugün kendilerini ‘milliyetçi’ addeden Ermeni tarihçiler bile Ermeni çetelerinin 1918’de yaptıkları katliamı bütün açıklığıyla anlatmak zorundalar. Aksi halde onların 1915 yılına ait söyleyeceklerinin hiçbir güvenilirliği kalmaz. Ne var ki bunu ‘milliyetçi’ Türk tarihçiler için söyleyemiyoruz. Onlar Ermeni tarihçileri misal gösterip tarihi tümüyle aklayacaklarını sanıyorlar. Kendi geçmişine karşı namuslu olamayanların, ‘öteki’ne ilişkin hiçbir sözünün olamayacağı hala idrak edilemedi…

Böyle bir malzeme üzerinden üretilecek ‘sivil’ propagandanın da hiçbir yere varamayacağı artık anlaşılmalı. ‘Ermeni meselesinin gerçek yüzünü’ anlattığını iddia eden kasetler, filmler, ve kitapların gerçek bir bilimsel çerçeve karşısında gülünç materyaller olduğunu bir an önce görüp, kendimizi daha fazla küçük düşürecek çabalardan uzak durmamız gerekiyor. Bu arada Eurimages’in Taviani kardeşlerin filmine vereceği desteği ‘Türk parasıyla soykırım filmi çekilecek’ mantığı içinde sunmanın, söz konusu kurumun geliştirmeye çalıştığı ‘uluslarüstü’ bakışla ve salt insandan hareket eden bir duruşla ne denli uzak olduğunu da görmeye başlasak iyi olur. Hele Lyon’daki Komitas anıtını ‘soykırım anıtı’ olarak adlandırıp, sonra da niçin bir Atatürk anıtına hala yer bulunamadığını sormanın bizzat kendimizi aşağılamak olduğunu anlamamak ne acı… Böyle bir eşitlemenin insanların aklına sadece ‘faille mağdur’ mukayesesini getirdiğini, artık anıtların idolleri kutsamak için değil, insaniyet adına dikildiğini nasıl göremiyoruz…

Yorumlar kapatıldı.