İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürtler ve Ermeni trajedisi

Fırat Aydınkaya

12.05.2006 tarihli yazımızda Kürt-Ermeni ilişkilerine değinmiş ve ağırlıklı olarak kürt coğrafyasında cereyan etmiş 1915 olaylarının soykütüksel arkeolojisi üzerine birkaç söz etmiştim. Sağ olsun, Naci Kutlay öğretici bir yazı ile konuya devam etti. (26.05.2006, Özgür Politika)

Kürtleri bu olaya koşullayan sebeplerdi konumuz. Neden böylesi trajik bir olaya yarı gönüllü bir şekilde katıldı Kürtler? Gerçekten de birkaç asır kapı komşuları olan bu kültürler nasıl olup da birbirlerinin bedenlerini ele geçirmeye giriştiler? Sanıyorum böylesi agresif ve obsesif tutumun kökenlerini etnik kimliğin ilk oluşum süreçlerinde aramak gerek. Zira modern kimlikler ilk inşa süreçlerinde tedirgin, saldırgan ve rakipsizliğe göz dikmekte. Bunun bir adım ötesi başka bir kimliğin ötekileştirilmesidir kuşkusuz.

Gerçekten de ataerkillik ile modernlik arası kimlik oluşum süreçleri neredeyse doğal bir yasa gibi bir ötekileştirme üretir. Zira ötekileştirme aslında ben’e ilişkindir, ben’i tanımlar ve de ben’i ayağa kaldırır. Ötekiyle korkutma, ötekiyle susturma ve ötekiyle ayağa kaldırma modern kimliklerin doğum süreçleridir ne de olsa. Sanıyorum dönemin dünya ile ilişkili Kürt halk önderleri ve kanat örgütleyicilerinin böyle bir hissiyatı, bu ötekileştirmeyi tetikledi.

Özellikle 1908 ile başlayan kültürel rahatlama Kürt aydınlarını bazı ortak amaçlar için bir araya getirmişti. Ve bu da belli bir kamusallık süreçleri ve psikolojisini inşa etmişti. Ne var ki Kürtlerin kamusallık süreçleri hem hakim egemenlerce yönetildi hem de kışkırtıldı. Bu bir vak’a. 1905-1915 arası eşik, bu bağlamda çok kritik bir eşik bence. Öyle sanıyorum ki Kürtlerde böylesi bir katliamın sosyo-kültürel ve psiko-sosyal süreçleri bu dönemde üretildi. Kitleselleşen gazete, dergi, broşür gibi iletişim araçları ile kitlelere tedirgin ve yaralı bir kimlik bilinci verildi. Bu dönemde işlenen temel sosyo-psikolojik his, kesintisiz bir ‘korku’ gerçeğiydi. Kürt köylüleri ve kitlelerinin bu iş için rızalarının imal edildiği temel performans; korkularının diriltilmesi, yeniden icat edilmesi ve bilenmesiydi. Belirtmek gerek ki bu anonim ve pastoral bir korkuydu. Devleti ya da siyasal bir kimliği korumak değildi söz konusu olan. Daha ziyade günlük yaşamlarını, aşiretini korumak ve en önemlisi de gelecekleri üzerinde belli yerlerden giderek yakınlaşan tehlike mesajlarını alıyorlardı kitleler. Kim ne derse desin Kürtler abartılmış ve çığırından çıkartılmış bir korku vadisinde bu tuzağa düştü.

Buna ek olarak gözden kaçırılmaması gereken başka bir tarihsel gerçek ise şudur: Kürtlerin hiç değilse günlük hayatında gördüğü yöneticiler uzun bir dönem kendilerinden olan insanlardı. Özellikle Bedirhan Bey’in yenilgisiyle birlikte Kürtlerin günlük hayat içindeki idareci sınıfı 1860-1925 tarihsel aralığında genelde din adamlarına geçti. 1900’lerin başındaki siyasal gelişmeler ilk defa Müslüman olmayan yöneticileri yani olası bir Ermeni idaresini/otoritesini gösteriyordu. Böylesi bir gerçeklik pek tabi ki herhangi bir Kürt köylüsüne yeterince şey anlatıyordu. Nitekim işin yönetim boyutu Ruanda’daki Hutuların, Tutsilere dönük katliamında da başat rol oynadı. Yeri gelmişken Kürt tarihçilerinin bu olay öznelinde sıkça başvurdukları egemen bir sistem tarafından kullanıldıklarını ima eden ve aslında suçsuzluklarını kelime aralarında haykıran negatif bir söylemi sağlıklı bulmadığımı da belirteyim. Zira olay dışsal bir faktörle açıklanamayacak kadar bizim kendi hikayemizdir. Bir Arap şairin dediği gibi; ‘yargılayan da yargılanan da kadı da biziz.’ Bu bağlamda Naci Kutlay’ın Şimdiki Türk idarecileri için söylediği dedelerinin hatalarını kabul etmemelerinin rasyonel bir anlamsızlığa tekabül ettiği fikri aynı şekilde Kürtler için de geçerli.

Diğer yandan Naci Kutlay’ın anılan yazısında bahsettiği İttihat Terakki üyeleri ve bunların Kürt ayakları için de birkaç şey söylemek istiyorum. Evet, tabi ki olayda birebir İttihat Terakki’nin payı var. Fakat burada tuhaf bir durum var. Gerçekten bu partinin ilk üyeleri Arnavut, Kürt, gibi daha ziyade imparatorluğun taşralısı olan kişiler. Şerif Mardin ve Niyazi Berkes gibi düşünürler İttihat Terakki’nin şiddet resitallerini ve özellikle Ermeni olaylarındaki pratiğini gözeterek bu tutumların esasında taşranın medeniyetsizliği ve şiddet saplantısı ile açıklama eğilimindeler.

Taşranın bu azıtmış şiddet pratiğinin olaylarda temel rol oynadığını ve esasında merkezi imparatorluğun bu iş için daha hümanist çareler peşinde olduklarını naklederler. Hatta Kemal Karpat; Ziya Gökalp’in Diyarbakır’dan merkeze yani İttihat Terakki Partisi’nin danışmanı olarak getirilmesini bu bağlamda Türkçü militarizm için temel bir başlangıç olarak ele alır. Bu çabaların ima ettiği açık bir tuzak var kanımca : ‘O da bu işi Türk olmayan kesimlere yıkmak.’

Sonuç olarak Kürtlerin bu elim olaya katılmasının bana kalırsa en önemli sonucu Kürt kimliğinin muhtevasına dairdir. Zira bu olay Kürt kimliğini şekillendiren temel performanslardan belki de en önemlisidir. Kürt kimliğinin inşa süreçleri, otoriterlik düzeyleri ve farklılığa bakış simetrisi bu olayla bağlantılı olarak bambaşka bir mecraya girdi.

Yorumlar kapatıldı.