İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK VE KÜLTÜRLER ARASI DİYALOG (1)

Güncel konu dedim zira,bir taraftan Fransa’da Müslüman göçmenlerin isyanı sürerken,öte yandan Türkiye’de de sayın Başbakan’ın dile getirdiği çok kimliklilik ve anayasal vatandaşlık kavramları etrafında yoğun tartışmalar yaşanmaktadır.Bu tartışmaların yapılıyor olmasını gelişen demokrasimiz açısından yararlı buluyorum.Yıllarca kafamızı devekuşu misali kuma gömüp sorunları görmezden geldik.

——————————————————————————–

ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK VE KÜLTÜRLER ARASI DİYALOG

Öncelikle İnsan Hakları Derneği’ne bu önemli ve güncel konuyu tartışma olanağı oluşturduğu için teşekkür ediyorum.

Güncel konu dedim zira,bir taraftan Fransa’da Müslüman göçmenlerin isyanı sürerken,öte yandan Türkiye’de de sayın Başbakan’ın dile getirdiği çok kimliklilik ve anayasal vatandaşlık kavramları etrafında yoğun tartışmalar yaşanmaktadır.Bu tartışmaların yapılıyor olmasını gelişen demokrasimiz açısından yararlı buluyorum.Yıllarca kafamızı devekuşu misali kuma gömüp sorunları görmezden geldik. Ancak bu tutumumuzun sorunların çözümüne hiçbir katkısı olmamıştır.Tam aksine sorunlar daha da kronik hale gelmiştir.Geldiğimiz noktada pandoranın kutusu açılmış bir çok sorun önümüze dökülüvermiştir.Çok kültürlülük meselesi de bu sorunlar yumağının önemli bir düğümünü oluşturmaktadır.

Nedir Çok Kültürlülük ve neden sorun haline gelmiştir?

İnsanları ayırımsız kucaklamak,her bireyin ve her kümenin yasal haklardan ve toplumsal fırsatlardan eşit olarak yararlanmasını istemek;anlaşmazlıkların barışçıl yollarla giderilmesini benimsemek,çok kültürlülüğün temelini oluşturur.

Çok kültürlülük bugün icat edilmiş bir şey değildir.Tarihsel bir olgudur.Hele hele imparatorluk devamı olan ülkemiz asırlardan beri pek çok din,dil,mezhep ve etnik grubun birlikte yaşadığı bir coğrafyadır.Farklı kültürlere yaşam alanı açılması sadece Türkiye’den istenen bir şey değil.Günümüzde artık çağdaş demokrasinin en önemli unsuru haline gelmiş bulunmaktadır.Mesela UNESCO,on yıllık evrensel eğitim ve kültür politikasını saptarken bireylerin ve toplulukların kültürel yaşama katılımlarını esas almıştır.Bu politikanın dayandığı felsefe,evrensel kültür diye bir şey olacaksa,bunun yerel ve yöresel kültürlerin ortak katkılarından oluşması gereğidir.

Vatandaşlık Kavramı Bağlamında Kültürel Farklılık Sorunu

Günümüz Türkiye’sinde,bir siyasal kimlik ifadesi olan vatandaşlık kavramı,toplumun doğal yapısında mevcut olan farklılıkların barış içerisinde birlikte yaşamalarını kolaylaştıran bir formül olma özelliğini kaybetmiş ve başlı başına bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır.Ülkemizde yaşanan kültür eksenli çekişmeler,önemli bir gerilim noktası olarak önümüzde durmaktadır.Bugün itibariyle mevcut devletlerden bazıları hariç hemen tümünün etnik,mezhepsel ve dinsel açıdan heterojen oldukları gerçeği dikkate alındığında bu sorunun evrensel ölçekte olduğu görülecektir.Fransa’da Müslüman göçmenlerin başını çektiği şiddet olayları bunu doğrulamaktadır.

Teknoloji devriminin kamçıladığı küreselleşme olgusunun en önemli etkisi farklı kimliklerin patlaması ve siyasallaşması alanında olmuştur.Kendi var oluşunu belirleyen kimlik özelikleri üzerinde yoğunlaşan bireyler bunları yaşatıp geliştirebilecek yönelimler içerisine girmektedir.Bu yönelimler,etnik yada kültürel bir kimlik,dinsel bir cemaat veya ideolojik bir kümeye doğru olabilmektedir.Böylelikle ulus-devletin ‘’türdeş’’ bir toplum yaratma çabaları başarı şansını yitirmektedir.Ulus devletin meşruiyetinin aşınması ‘’türdeş’’ yurttaşlık anlayışına dayalı kamu alanını kültürel farklılıklara dayalı bir açılıma zorlamaktadır.Bu zorlama karşısında yerleşik demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları anlayışları da değişmekte ve başkalaşmaktadır.

Türkiye’de Gayrimüslim’lerin durumu

Türkiye’deki modernleşme politikaları Osmanlı’dan farklı olarak,toplumu türdeşleştirmek suretiyle denetim altına almayı amaçlamış ve bu nedenle ilk hedefi her şeyden önce ‘’kültürel türdeşlik’’i sağlamak olmuştur.Bunu yaparken Cumhuriyetçi seçkinler,soyut bir vatandaşlık anlayışıyla hareket etmiş ve Türk vatandaşlığı etrafında farklılıkları birleştirmeye çalışmıştır.

Ne var ki,topluma giydirilmeye çalışılan bu üst kimlik kuşatıcı olmamıştır.Süreç içerisinde uygulanan politikalarla,alt kimliklerin tümü üst kimlik içerisinde eritilmeye çalışılmış ve söz konusu üst kimlik;etnik açıdan Türk soyuna,dinsel açıdan İslam dinine ve mezhepsel olarak da Sünni inanışına dayandırılmıştır.

Bu anlayışın altında,Sevr’in Cumhuriyetçi elitlerin hafızasında bıraktığı etkinin payı büyüktür.Kurtuluş Savaşına kadar,300 yılı aşkın bir sürede sürekli küçülen Türk İmparatorluğu,Sevr ile yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı.Özellikle 19.yüzyıl Osmanlı münevveri,neredeyse tüm mesaisini bu küçülmenin nedenlerini aramak ve durdurmaya çalışmakla tüketti.İşte bu çabanın meyvesi,önce İttihat ve Terakki,ardından Kemalist kadroyla vücut bulan Türk milliyetçiliği oldu.Türk milliyetçiliği ülkenin kurtuluşunu sadece Müslüman Türklerden müteşekkil bir ulus-devlet kurmakta görüyor ama ülkenin demografik yapısı bu umudu güçleştiriyordu.Ülkenin en az yüzde 10’u gayrimüslimlerden oluşuyordu.Bu oran 1920’lerin algılama biçimi içinde bir ulus-devlet için tolere edilemez bir rakamdı.Üstelik işgal yıllarında bu gayrimüslimlerin bir kısmının işgalcilerle işbirliği yapmış olmaları da yeni kurulacak ülkede onlar hakkındaki yargıları olumsuz yönde etkiliyordu.Sonuç itibariyle beklenen oldu ve ulus-devlet kurulduğunda onlardan kurtulmak için gerekenler yapıldı.

İlk hamle mübadeleydi.Mübadeleyle Pontus ve Ege bölgesi Rumları,Yunanistan’a gönderildi.Hatta; Ortodoks oldukları gerekçesiyle Karaman Türkleri de Mübadeleyle gönderildiler.

Lozan Antlaşması ile gayrimüslimler azınlık olarak belirlenirken çeşitli hakları koruma altına alındı.Ancak yasaların yaptığını toplumsal hafıza ve belki de devletin deklare edilmemiş arka siyaseti yapmadı.

Gayrimüslimler daima ‘’Türkleri arkadan hançerlemeye hazır pusuda bekleyenler’’olarak algılandı.Nüfus cüzdanlarında Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı yazan bu insanlar daima ‘’yabancı’’olarak görüldü.Bunun en önemli göstergelerinden biri de varlık vergisiydi. II. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik bunalımın aşılması için çıkarılan kanuna göre Müslümanlar belirlenen matrahın yüzde 12,5 ini, gayrimüslimler yüzde 50’sini,dönmeler yüzde 25!ini vergi olarak ödemekle yükümlüydü.Böylece Laik Türkiye Cumhuriyeti,vergi mükelleflerini dinlerine hatta, Müslüman olmuşlarsa dahi eski dinlerine göre sınıflandırıyordu.Bu durum,onlara ‘’siz bizden değilsiniz,gidin’’demenin ekonomik yoluydu.

Bir diğer önemli olay ise 6-7 Eylül olaylarıydı.Kıbrıs Üzerine yapılan pazarlıklar sarpa sarınca Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberi yayılmış ve 1955 de gayrimüslimlerin evleri yağmalanmış vatandaşlar taciz edilmiş,hatta mezarlıklar bile saldırıya uğramıştı.

Tüm bunların sonucu olarak Anadolu, tarihte hiç yaşamadığı bir dini homojenlik yaşıyor.Bugün resmi rakamlara göre nüfusun yüzde 99 u Müslüman olan bir ülke artık Anadolu.Ama 0 yüzde 1 bile bizim Sevr korkularımızı ayakta tutmaya yetiyor.

Günümüz Türkiye’sinde gayrimüslimlerin durumunun iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz.Lozan Antlaşmasının sağladığı haklara karşın günümüzde pek çok Ermeni ve Rum kilisesinin tamirinde,azınlık vakıflarının mülk edinmesinde ve faaliyetlerinde insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır.Ermeni Ortodoks kilisesi Patriği Mesrob Mutafyan,1936 tarihli beyannamenin yetkililer tarafından yanlış değerlendirdiğini ve bu yüzden vakıfların gayrimenkul edinebilmelerinin olanaksız hale getirildiğini bildirmektedir.Bu konuda 2003 sonrası dönemde bazı adımlar atılmış olmakla beraber,sorunların hala çözülmemiş olduğu görülmektedir.

Öte yandan Türkiye’de Devletin dini alanı belirleme ve yönetme çabası,Müslümanları olduğu kadar gayrimüslimleri de olumsuz etkilemektedir.Özellikle uygulamada,Ermeni azınlığın sorunları,dini ve kültürel faaliyetlerine getirilen kısıtlamalar çerçevesinde belirginleşmektedir.

Rum Ortodoks Cemaati için hali hazırdaki en önemli sorunlardan biri,Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasıdır.

Türkiye’deki Süryanilerin durumu daha da olumsuzdur.İstanbul Süryani Metropoliti Mor Filiksinos Yusuf Çetin’in sözleri Süryanilerin durumunu özetlemektedir.’’Lozan da azınlık olmak istemedik.Ama şimdi ne Kaymakam,Vali olabiliyoruz,nede azınlık haklarından yararlanabiliyoruz.Azınlıkların Okulları var,bizim yok.Din adamı yetiştiremiyoruz.Dışardan da getirtemiyoruz.’’

Güneydoğu’da yaşanan şiddet olayları,azınlıkların sayısal olarak azalmasına neden olmuş ve özelikle Süryaniler,yaklaşık 20 yıl boyunca süren çatışmaların etkisiyle bölgeden göç etmek zorunda kalmışlardır.Çoğu yerde Süryanilerin bıraktığı evlere ve arazilere korucular veya diğer unsurlar yerleşmiştir.

Türkiye’de Süryanilerin katledildiğini söyleyen Süryani kilisesi Papazı Yusuf Akbulut’un yargılanması,ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara tipik bir örnektir.

Din özgürlüğü bakımından nisbi bir rahatlığa sahip olan belki de tek gurup Musevilerdir.

Bunda, diğer etnik ve dini topluluklarla yaşanan acı tarihsel olayların Museviler ile yaşanmamış olmasının payı büyüktür.Ancak, Ortadoğu bölgesinde yaşanan sorunların etkisiyle Yahudilere tepkilerin geliştiği ve bu tepkilerin toplumun en azından bir bölümünde Yahudi cemaatine karşı potansiyel bir nefrete dönüştüğünü söylemek mümkün.Nitekim bu çerçevede, bazı Yahudi vatandaşlarımıza ve sinagoglara yönelik saldırılar yaşanmıştır .

Bu ve benzeri olumsuz gelişmelerle varlığını hissettiren gayrimüslim vatandaşların insan hakları sorunları,2002’den itibaren çözüm bakımından umut verici adımlara da konu olmaya başlamıştır.Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecinde AK Parti hükümeti eliyle yapılan düzenlemelerle gayrimüslim vakıfları sorununun çözümünde önemli ilerleme ve rahatlama sağlamış,Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasının gerekliliği kabul edilmiş,Bahai dinine mensup olanların talepleri arasında yer alan Edirne’deki ‘’Kutsal bahçe’’meselesi Bahailerin talepleri doğrultusunda çözüme kavuşturulmuş ve özellikle Protestan vatandaşların talepleri arasında yer alan kilise ihtiyacının çözümü için ‘’apartman katında ibadethane’’açmanın yasal hale getirilmesine çalışılmıştır.

Yorumlar kapatıldı.