İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

O uğursuz kurşunlar kime sıkıldı?

Nabi Yağcı / Yorum

Danıştay 2’nci Dairesi’ne yapılan silahlı saldırı ve sonrasındaki gelişmelerin, iç politikadan ekonomiye, sivil demokratik rejime ve AB sürecine kadar uzanan olumsuz sonuçları hafife alınamaz. Perde arkası senaryolar da önemsiz değildir. Bu nedenle daha çok konuşacağız üzerine. Fakat tüm bunların ötesinde ilkin yine en önde olanı görmeye çalışmak doğru olur, zira genellikle göz önünde duran şeyler atlanır, kolayca görülmez. Kısacası çocuk gözüyle bakıp “kral çıplak” diyeceğiz yine.

Bu saldırı bir terör eylemidir. Terör sözü telaffuz edilmiş olsa da gerçekte bu nokta atlandı. Doğrusu bu atlama çok şaşırtıcıdır. Terör konusunda deneyimli olan asker başta olmak üzere muhalefet, medya ve hatta bir ölçüde iktidar da içinde, terörle mücadelenin birinci ilkesi unutuldu. Tüm dünyada terörle mücadelede bu eylemi gerçekleştirenlerin eylemdeki amacını lokalize etmek, daraltmak birinci temel ilkeyken tam tersi yapılıp bu eylem bir rejim meselesi yapılarak teröristlere veya arkalarındaki provokatörlere, arayıp da bulamayacakları bir zafer sunuldu.

Bu eyleme gösterilen tepkiye bakarak bu tür karanlık emeller peşinde olanlar kanımızca vurdukları zaman ses alabileceklerini, akılları karıştırabileceklerini, istikrarsızlık yaratabileceklerini gördüler. Bundan böyle Türkiye bu tür terör eylemlerine daha açık hale gelmiştir.

Oysa terörün hedefi insandır, yani hepsi bu kadardır. Siyasi kavgaları bu tür eylemlerin değerlendirilmesinin dışında tutmak gerekir. Bu ilke atlanmış ise bunun basit bir nedeni vardır: Siyasi kültürümüzde insan faktörü önde duran öğe haline gelememiştir. Buna işaret edebilmek için yazımın başlığında “Bu kurşun kime sıkıldı” diye sordum.

Tartışılıyor; rejime mi, demokrasiye mi, laikliğe mi, cumhuriyete mi, hükümete mi, kime? Kendi siyasi kavgasının rengine göre kimi öyle diyor kimi böyle. Oysa sorunun yanıtı basittir: İnsana sıkılmıştır o uğursuz kurşun. Bir insan öldü, Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin, diğerleri de yaralandılar. Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir insan yaşamını yitirdi. Ailesinden, sevdiklerinden, dostlarından, ülkesinden, yapmak istediklerinden koparılıp alındı.

Sorumuzun yanıtı basit ama iki bakış tarzı arasındaki farkın hiç de basit olmadığını düşünüyorum. İnsan merkezli yani her şey insan için diyen dünya görüşüyle ister ideoloji, ister inanç, ister yüce ülküler, ister Allah, ister devlet-vatan-millet, ister siyaset, ister şan-şeref-şöhret-para-namus-töre- delikanlılık, ne adına olursa olsun hiç fark etmez; insanı göremeyen dünya görüşleri arasındaki fark çok derindir. Vahşet çağı mantığıyla -ki henüz sona ermedi bu çağ- insan çağı ya da yeni hümanizm mantığı arasındaki farktır bu. Üstelik insan merkezli tanım bile artık yetersizdir, yaşam merkezli demek gerekir, yani gezegenimizdeki tüm canlı yaşamı koruyup-kollamayı, saygı duymayı merkeze alan yeni dünya görüşü. Her şey insan için bile değil yaşam için diyebilmek.

Söylediklerimiz bir fantezi, bir felsefe ya da edebiyat konusu değildir. Gündelik yaşamda gördüğümüz somut şeylerdir. “Vatan, millet, devlet elden gidiyor. Öyleyse vuralım; din, iman elden gidiyor öyleyse vuralım.” Bugün ülkemizin ruh hali buraya kaymıyor mu? Şiddeti besleyen bu ruh hali bir kurmaca mıdır, abartı mıdır? Öndeki araba yol vermedi diye öndekine uyarı yerine kurşun yağdıranla Danıştay’a, inançlarına yol vermediği için eleştiri yerine kurşun sıkan arasında ne gibi derin(!) bir fark vardır? Eğer yoksa yapanın amacı ne olursa olsun bu eyleme terör dışında siyasi iktidarı hedef göstermeye varan anlamlar yüklemek doğru mu olmuştur? Tam yeridir, yinelemek istiyorum: “Cellatlar kurbanlarından yeni cellatlar yaratır.”

Diğer yandan cenaze töreninde olağan tepki sınırlarını aşan kontrolsüz öfkeler ne adına olursa olsun destek görürse teşvik edilirse bugün şişe atanların yarın kurşun atmayacağının garantisini kim verebilir? Yanı sıra bu tepkilere bakarak, toplulukların kendiliğindenliği ile sivil toplumu karıştıranlar da oldu. Kendiliğinden diye her eylem sivil ve bu nedenle yaptıkları her şey meşru görülebilir mi? Sivil siyasetin mahkûm edildiği düşünceler nasıl “sivil muhtıra” diye nitelenebilir?

İki dünya görüşü arasındaki fark görülmedikçe terörle de başarılı biçimde mücadele edilemeyeceği gibi ne laik-İslam, ne Türk-Kürt, ne asker-sivil çatışması, ne Ermeni sorunu ne de türban meselesi sona erdirilebilir. İnsansız Kardak kayalıklarından söz etmiyoruz. Bütün bu çatışmaları besleyen ideolojiler özünde insanın bütünsel varlığını içinde eriten “kutsallık” ideolojileridir. Oysa her insanın bir de iç kutsalı vardır, manevi değerleri vardır, inanışı vardır; bunu yok saymak zaten insanı yok saymakla aynıdır. Hukukun normları demokratik bir yaşam için elbette vazgeçilmezdir ama insanı yalnızca kuru hukuk tanımları içine de tıkamazsınız, insan hukuk için değil hukuk insan içindir.

Yorumlar kapatıldı.