İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İçlere baygınlık veren rezalet

RAGIP ZARAKOLU

Enis Berberoğlu’nun önceki günlerde Hürriyet gazetesinde peş peşe çıkan yazılarında, Akın Birdal suikastını, daha sonra Susurluk olayını, oradan daha geriye giderek, 1980 öncesi TİT olayını anımsatması ilginçti.

Birileri klasik yöntemlerle, Ankara’da hükümete karşı bir hareketlilik yaratmayı başardı. Yine Anıtkabir’e yüründü, yeminler edildi!

Ama kısa bir sürede failin sabıkaları ortaya çıkınca, tarihte bu tür olayların ilkin trajedi, ikinci kez ise komedi şeklinde tekrarlandığı saptamasını bir kez daha doğruladı.

Bunun için tarihimizle yüzleşmek gerek diyoruz. Ancak o zaman hakiminden, milletvekiline, muhalifinden muvafıkına, sade yurttaşından profesörüne, polisinden askerine tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, gerçek bir güvence altında olacak.

Susurluk olayı, toplumda şeffaflık isteyen bir kitle hareketine dönüşmüştü. Ama o zamanın Erbakan hükümeti o dalgayı arkasına almayı bilemedi. Refah hükümetinin korkarak Susurluk duruşmasını belli bir noktada durdurması, korkunun ecele bir faydası yok deyişini bir kez daha doğruladı.

Ardından 28 Şubat post-modern darbesi geldi.

Susurluk soruşturmasında adı geçen bazı militer kişilere sıra gelince, “burada durun” denildi, bazı kelleler feda edilerek. Aslında “kirli savaş” yürütücüsü olarak yargılanması gereken ve demir parmaklık ardında olması gereken bazı kişileri şimdi, Hrant Dink Davasında “sivil toplum eylemcisi” olarak sokakta görebiliyoruz.

12 Eylül sorumluları için iddianame hazırlayan Savcının kendini kapı önünde bulmasından sonra, “haddini bilmeyen” Van savcısı da kendini kapı önünde buldu.

Soruşturmalar gelip bir noktada tıkandığı sürece hiç kimsenin güvenlikte olması mümkün değil bu ülkede.

Birilerine suç işleme özgürlüğü tanındığı, televizyon dizileri ile bu özendirildiği sürece de hiçbir yurttaş güvence altında değildir.

Devlet aygıtına paralel, illegal örgütlenme geleneğinin çok eski kökleri var ve bunlar İttihat ve Terakki Partisi’nin “komitacı” geleneklerine dayanır. Bu geleneğin bir parçası da darbecilik ve suikastçılıktır.

İlk gazeteci vuran onlardır: Ahmet Saim ve Zeki Bey!

Talat, anıları daha yeni yayınlanabilen Amerikan büyük elçisi Morgenthau ile sohbetlerinden birinde, “biz iktidarı 200 kişi ile Bab-ı Ali’yi basarak ele geçirdik” der. İktidarı bu kadar kolay ele geçirenlerin de, paranoyak biçimde, bunun kendilerine karşı yapılmasını önlemek için her şeyi yapacağı açıktır. Kendi arkadaşları Yakup Cemil’i bunun için kurşuna dizerler. 24 Nisan 1915’de Ermeni aydınları ve önderlerini, ayaklanma yapabilecekleri gerekçesi ile tutuklatırlar, Kürt Şerif Paşa’nın Paris’te Hınçak Partisi ile görüştüğü haberinin yanıtı, bu solcu Ermeni örgütünden daha önce tutuklanmış kişileri Beyazıt Meydanında sallandırılmak olur. Muhalif olan neredeyse bütün aydınlar, Mustafa Suphi de dahil, bunun için tutuklanırlar.

Bunun için tam olarak güvenmedikleri geleneksel Osmanlı bürokrasisine paralel bir örgütlenme yaratırlar. Çete devleti doruğa çıkar, Sultan bile ürker onlardan. 1915 Tehciri de, bu paralel iki yapıya verilen farklı komutlarla yürütülür.

Hitler’in en yakın arkadaşlarından olan ve 1923 Münih darbe girişimi sırasında ölen Scheubner-Richter, 1915 yılında Erzurum’da Konsolos yardımcısı idi. Onun raporlarından birinde şöyle ilginç bir ayrıntı vardı:

“Türk kaynaklarından bilgilere göre burada ayrıca bir komite oluşturuldu, şu kişilerden oluşuyor: Hulusi Bey, polis şefi; Seyfullah Efendi, Erzurum milletvekili; Bahattin Şakir, çete reisi; Mühürdarzade Ahmet, Yunus Şinasi; ve bunlara belki İttihat ve Terakki Fırkasının buradaki şube başkanı Hilmi eklenebilir.

Bu komite vahim bir paralel Hükümet görevi yapıyor ve sık sık, belki Ermeni tehcirinde olduğu gibi örneğin, Hükümetin (geleneksel Osmanlı bürokrasisi diye okuyun -y.n.) iyi niyetli yaklaşımlarını baltalıyor. Sert önlemler ve buradaki katliamlar, etkisi az olmadığı görülen bu komiteye dayanıyor.”(Erzurum, 9 Temmuz 1915)

1922’den sonra, Kemalistlerle İttihatçılar arasında patlak veren çatışmanın temel nedeni ise bu paralel örgütün İttihatçı önderlere sadık kalan bazı unsurlarının yeni yükselen erk odağı Ankara’ya biat etmeyişi idi. Bu hesaplaşma ise 1925 suikastı girişimi ve faillerinin idamı ile en üst doruğa varır.

Ankara’da, paralel aygıt ile gerçekten hesaplaşmayı başarabilen, “hükümet” olmanın ötesinde, “iktidar” olabilir. Yoksa 10 yılda bir bayatlamış üçüncü sınıf sefil komediyi izlemeye devam ederiz.

Yorumlar kapatıldı.