İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kurtlaşan melezlerin sofrası

Ferhat Kentel

Kürt meselesi, Ermeni meselesi, bölünme tehlikesi, damarlarımızda akan kan, başörtü, cumhuriyetimiz, laikliğimiz ve dahi bilumum mühim gibi görünen; “görünen” ne kelime, her şeyimiz gibi, hayatımız gibi kabul ettiğimiz meselelerin hepsi aslında sadece birer örtü, kurgu…

Nirengi noktalarımızı kaybettiğimiz çaresiz hayatlarımızda asıldığımız gerçeklik yanılsamaları… Bizim, insan olarak, aslında muhteşem bir arada yaşama kapasitemizi unutturan kurgular…

Dağıldığımız ve bir türlü toparlayamadığımız, kendimizi alabildiğine güçsüz ve takatsiz hissettiğimiz, sığınaksız kaldığımız, “her geçen gün daha kötüye giden”, “doğru”nun nerede olduğunu bilemediğimiz dünyamızda beceriksizce giriştiğimiz arayışlar…

Kürt, Ermeni, Türk, laik, dindar… Bunlar değil mesele; mesele çok daha vahim. Çünkü bütün bu örtüler, çaresiz insanlık hallerimizden bizi çıkaracak, o haller içindeki sıkışmışlığımızdan bizi kurtaracak topyekun “gerekçeler”… Geçmiş ve gelecek arasında kaybettiğimiz bağları yeniden tesis etmek üzere, deneme yanılma yoluyla, fakat daha da çok, denenmesi için bize altın tepsilerde sunulan her türlü stratejinin imkan sağladığı bu gerekçelerle, aç kurtlar gibi bir oraya bir buraya saldırıyoruz. Her yere sirayet etmiş olan topyekun savaş hali, yavaş yavaş bütün hücrelerimize de işliyor.

Eğer böyle değilse, mühim gibi görünen bütün bu meseleler kurgu değilse, neden bu kadar farklı alanda, bu kadar çok farklı kılığa bürünmüş kurt türemiş olsun ki? Neden bütün kurtlar, derenin alt tarafında su içmekte olan kuzuları “suyumu kirletiyorsun” gerekçesini üretip yemeye can atsınlar ve dertlerini hep benzer şekillerde ifade etsinler ki?

Eğer bölücülük ya da laiklik ya da bunların simetrik karşıtları en önemli meseleyse, neden rakip takımın taraftarlarına düşmanlara saldıran kahraman ordu görünümüne bürünüp saldırılsın ki? Neden Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin şampiyon olması ya da olmaması, Diyarbakırspor’un ya da Denizlispor’un küme düşmesi ya da düşmemesi hayatımızın tek anlamı olsun ki? Bir mahalle diğer mahalleden; bir şehir başka bir şehirden neden bu kadar nefret etsin ki?

Ve kurtlar bazan futbol taraftarı kılığında, bazan kulüp başkanı, bazan televizyonda dünyanın en önemli meselesiymiş, hayat memat meselesiymiş gibi futbol yorumu yapanlar, bazan ihtiraslı, fırsat kollayan bir siyasi parti lideri, bazan Danıştay basan katil, bazan demir çubukla faşist döven solcu, bazan bölücü linç eden ülkücü, bazan mahkeme salonunda kendini hakim yerine koyan ve sanıklara bozuk para ve laf atan “davacı” / “dinleyici” kılığında ya da adliye koridorlarında düşmanlarına yumruk atan protestocu görüntüleriyle toplumun yeni tezahürleri oluyorlar…

Bırakın millet, ulus, din, cemaat gibi soyut kurgular içinde olmayı; bir ilişkiler bütünü olması beklenen toplum olmaktan çıkıyoruz. Ne hukukumuz kaldı saygı duyulacak, ne hukuka saygı… Açlığımızdan, korkularımızdan ve güvensizliğimizden paylaştığımız insanlık halini bile göremez hale geliyoruz. İnsanlık halini göremeyip, saf olduğunu zannettiğimiz bir kurguya savruluyoruz. Bütün bu mühim kurgularla kendilerini varetmeye çalışan kurtlara dönüşüyoruz.

Oysa hepimiz meleziz ama melezliklerimizin üzeri kat kat örtülerle dolu… Melezliklerimizi görünmez kılan, onlar üzerinde tahakküm kuran, kurgu örtülerle dolu…

Çünkü çok önceleri kabilelerimiz, ırklarımız vardı; Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz İsa ve Hz. Muhammed’le birlikte, kendileri zaten melez olan dinlerle birlikte kabilelerimiz, ırklarımız birbirine karıştı; daha da melez olduk. Melez cemaatler olduk ama bütün melezliğimizi unuttuk; dinsel cemaatlerimiz melezliğimizi görünmez kıldı… Sonra ulusu keşfettik ve insan kurgusu olan cemaatlerin üzerine yeni bir insan kurgusu ekledik… Cemaatlerimiz görünmez oldu, üzerleri örtüldü… Ulusumuz biraz oradan, biraz buradan; biraz doğudan biraz batıdan yeni unsurlarla kurgulanmaya devam etti. Bir taraftan medeni kanunu, ceza kanununu, kamusal alan-özel alan ayrımını, üniformayı, siyasal partileri, Amerikanvari seçim propagandalarını, Batı akılcılığını, ırkçılığını, latin alfabesini devşirerek; Fransız devrim zihniyetini, yurttaşlık mekanizmasını “tevhid”imizin esası yaparak; Batı ürünü en teknolojik ölüm silahlarını “ırkımızın” kahramanlığının bir parçası haline getirerek kurgumuza yapıştırdık; “biz buyuz” dedik… Diğer taraftan takım elbiseyi, kravatı, hızlı yemeği, saatte 200 kilometre yapan otomobili, sutyeni; Fransızların, Almanların bizim “ulusumuz” için bestelediği marşları, Michael Jackson’ı, Amerikan traşını sağımıza solumuza iliştirdik; “biz bunları severiz” dedik… Bütün bunları karıştırıp “işte biz böylesine özeliz” dedik…

Bütün bu yapıp ettiklerimizi, yani aslında ne kadar melez olduğumuzu, bu melezliğin üzerine nasıl da yekpareleştiren kurgular yerleştirdiğimizi unuttuk…

Ama artık “biz buyuz” diyebilecek halimiz kalmadı; çünkü onlarca, yüzlerce kere değişen “biz buyuz”ların üzerine eklene eklene bizi “biz” olmaktan, bizi insanlığımızdan, sıradanlığımızdan, insan gibi ilişkilerimizden koparan bütün derme çatma, tepeden inmeci, insan yapısı, egemenlerin yapısı kurguların dikişleri tutmuyor…

Dikişler söküldükçe düşebildiğimiz yere kadar düşüyoruz; daha önceki melezliklerimize yani ırkımıza, kabilemize, cemaatlerimize düşüyoruz. Ama bu düşülen yerler geçmişteki yerler değil; bütün bunların şimdiki zamanlardaki halleri… Üstelik çok daha güvensiz yerler. Sadece bir başka kabileyi ya da cemaati değil; her şeyi düşman gören, her yerde düşman gören haller… Kısacık zaman dilimleri içinde atlaya zıplaya kâh Kürtlerde, Müslümanlarda, Fenerbahçelilerde, Batı’da; kâh Hıritiyanlarda, Araplarda, Çingenelerde, Doğu’da “tehlikeyi” ve “düşmanı” gören haller…

Bir türlü “yerini” kuramayan yer arayışları içindeyiz… Kafayı yemek üzereyiz… eğer zaten yemediysek…

Çaresiz, bu kafayı yeme halinden bizi ancak yeni bir kurgu kurtarabilir. Ancak ucu açık bir kurgu… Karşılaşmayı ve dinlemeyi, beraber yazmayı, yazmanın kendisini öne koyacak bir kurgu olabilir ancak bu kurgu… Yazılacak nihai kurguyu değil; bitmiş, sınırları çizilmiş ve hapishaneye dönen ve her farklı ses duyduğunda, başka takımların farklı rengini, kıyafetini gördüğünde “ihanet”, “tehdit” ve “düşman” gören bir kurgu değil; ötekinde kendinden bir parçayı keşfetmeyi sağlayacak sürecin kendisini öne çıkaran bir kurgu gerekli…

Yoksa, bu ulvi ve de mühim meselelerin serpildiği yollarda zaten hepimiz hızla kurtlaşıyoruz ve hepimizin bulabileceği kuzularla dolu ortalık… Çünkü hepimiz ötekilerin kurdu ya da kuzusuyuz. Hepimizin o kuzuları mideye indirmek için kendimizden menkul, gayet soylu ve de ulvi binlerce gerekçemiz var…

Yorumlar kapatıldı.