İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni Meselesi ve `Resmî Tarih´

Hasan Celal Güzel

Sevgili okuyucularım, bildiğiniz gibi her sene nisan ve mayıs aylarında Ermeni Diyasporası azmaya başlar; Türkiye ve Türk Milleti hakkında bütün kin ve nefretini kusar ve yılın diğer aylarında milyar dolarlık propaganda bütçesiyle bir sonraki yılın hazırlıklarına devam eder.

“Reis-i Cumhurumuz geldi!”

Türkiye önce, Osmanlı’nın deyişiyle bu ‘Ermeni Patırtısı’na aldırmamış ve üzerinde durmamış; hatta gülünç bir diplomatik izahatta bulunularak, Ermeni meselesinin Osmanlı Dönemi’nde kaldığı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ilgilendirmediği ileri sürülmüştür. Lâkin, diyasporanın bu patırtısı terör eylemlerine dönüşünce, yeni nesiller birdenbire haberdar olmadıkları iddialarla karşı karşıya kalmışlardır.

Ermeni Soykırımı konusunda, her şeyden önce şu tarihî garabet mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Ermeni Tehciri ile ilgili meşhur ‘Kanun-u Muvakkat’ın (Kanun Hükmünde Kararname) yayımlanmasından, yani 1915 yılından 1970’li yıllara gelinceye kadar yarım asırdan fazla bir süre geçtikten sonra Ermeni soykırımı iddiaları gündeme getirilmiştir.

Bu tarihten evvel, son olarak milletlerarası bir andlaşma mahiyetinde olan Lozan’da Ermeni meselesinin bahsi dahi geçmemektedir.

Bu arada, DP döneminde Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın ABD’yi ziyareti esnasında, Amerika’daki Ermenilerin, “Reis-i Cumhurumuz geldi!” sadâlarıyla onu karşıladıkları ve ağırlamak için âdeta yarıştıkları bilinmektedir. Bu tarihten yaklaşık 20 yıl sonra Los Angeles’te Türk diplomatların bir Ermeni militanı tarafından şehit edilişleri hatırlanacak olursa, özellikle Fransa ve ABD’de yaşayan Ermenilerin Türkiye aleyhinde sistemli bir şekilde kışkırtıldıkları anlaşılmaktadır. Kısaca, sözde Ermeni soykırımı iddiasında bulunanların, aradaki bu 50 yıllık zamanı açıklamaları gerekir.

‘Millet-i Sâdıka’

Türkler ve Ermeniler 1000 yıl aynı coğrafyada huzur içinde birlikte yaşamışlar ve aynı kültürel değerleri benimsemişlerdir. Defalarca Bizanslılar tarafından tehcir edilen ve zulme uğrayan Ermeniler evvelâ Selçuklu Türkleri, daha sonra Osmanlı Türkleri ile dostluk dolu uzun asırlar geçirmişlerdir.

Daha önceleri diğer kiliseler tarafından küçümsenen ve horlanan Ermenileri, Fatih Sultan Mehmet himaye etmiş; İstanbul’un fethinden sonra 1461’de ilk ‘Ermeni Patrikhanesi’ni bizzat kurarak Piskopos Yovakim’i patrik yapmıştır. Ermeniler sadece devletle olan münasebetlerinde değil, evlerinde kendi aralarında da Türkçe konuşmuşlar, zaman zaman dinî âyinlerini dahi Türkçe icra etmişlerdir.

Osmanlılar ‘Millet-i Sâdıka’ olarak tavsif ettikleri Ermenileri daima el üstünde tutmuşlardır. Bir araştırmaya göre; son dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda 22 Ermeni bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 29 paşa ve 11 profesör bulunmaktaydı.

Nikoğos Ağa’dan Satenik Teyze’ye…

Çocukluğumu geçirdiğim 1950’lerin Malatya’sında Ermeni komşularımızla yakın dostluklarımız vardı. Ermeni mahallesinin bulunduğu Küçük İstasyon semtinde, annemin terzisi Satenik Teyze’nin evine giderdik. Daima gülümseyen Satenik Teyze’ye bayılırdım. Malatya şivesiyle konuştuğu güzel Türkçesi’yle benimle şakalaşır; yaramazlık etmemem için elime boyalı yumurtalar ve şekerlemeler tutuştururdu. Bir defasında, duvara asılı ikona bakıp “Satenik Teyze bu amca kim?” diye sorunca gülmekten yere yıkılmıştı. Geçtiğimiz yaz onu kaybettiğimizi işitince içimin sızladığını hissettim.

Malatya Lisesi’nden sınıf arkadaşım Vartonoş Çüngüşlü’yü de sevgiyle hatırlıyorum. Çok sevimli ve çalışkandı. Zil çalınca, “Koş Vartonoş koş!” diye ona takılırdık. Yanılmıyorsam, şimdi bir tıp profesörü olmuş. Geçen gün Cumali Ünaldı’yla sohbet ederken, Hırant Dink’in de Malatyalı hemşehrimiz olduğunu ve Malatya’nın bol ‘gardaş’lı o şirin şivesiyle konuştuğunu söyledi.

Ermeniler arasında klasik Türk Mûsikîsi’ne hizmet eden büyük bestekârlar ve muhteşem mimarî eserler veren dâhi sanatkârlar yetişmiştir. Anadolu’nun kadîm şehirlerinde, sanki hâlâ Kirkor Usta’nın dövdüğü bakır tencerenin tıkırtısını, unutulan bir dostluğun hüznü içinde duyarsınız.

‘Resmî Tarih’ kimin tarihi

Sevgili okuyucularım, bugün, kandan, kinden, nefretten değil sevgi ve dostluktan söz etmek istiyorum. Gönlüm Nikoğos Ağa’nın, Bimen Şen’in, Tatyos Efendi’nin bestelerinde ve Satenik Teyze’nin özleminde… Lâkin aklım, Türkiye ve Türkler aleyhinde sistemli bir şekilde yürütülen propagandaya ve atılan iftiralara karşı çıkılması gerektiğini söylüyor.

Bizi içimizden hançerleyen bazı aydınlarımız, Türkiye’nin ‘resmî tarih’ anlayışına karşı çıkmak için bunu yaptıklarını anlatıyorlar. Halbuki, bırakınız Ermeni tehciri konusundaki ‘resmî tarih’ iddialarını; okullarımızda okuttuğumuz tarih kitaplarında Ermenilere karşı husumet ifade eden bahisler bile bulamazsınız. Bu yüzden de, yeni nesiller son dönemde ortaya atılan diyaspora iftiralarını şaşkınlıkla izlemektedirler.

Ermeni iddiaları konusunda, aslında gerçekten bir ‘resmî tarih’ vardır. Ancak bu, Türk tarihçilerinin görüşleri değil, diyasporanın ve güdümündeki Ermenistan’ın, hiçbir delile ve belgeye dayanmadan, bir ‘millî ideoloji’ haline getirdikleri ‘resmî tarih’ anlayışıdır.

Neden soykırım değildir?

Soykırım suçunun tarifi, 1948 yılında kabul edilen ‘Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde yapılmıştır. Ermeni Tehciri’nin hukuken soykırımla hiçbir ilgisinin olmadığını şu gerçekler açıkça ortaya koyuyor:

1. 1915 Osmanlı bütçesinde tehcir için ödenek yoktur. Bu da, devletin 1915 ve öncesinde Ermenilere karşı tehcir planı olmadığını gösterir.

2. Tehcir uygulaması yasal bir askerî zorunluluktur. Nisan 1915’te Van, Ermeni birliklerince işgal edilip 30 bin Müslüman katledilince bu zaruret ortaya çıkmıştır.

3. 1914 sonbaharı ve 1915 ilkbaharında, Ermeniler ülke genelinde isyanlar çıkararak itilaf devletleriyle işbirliği yapmışlardır.

4. Tehcir önceden duyurulmuş ve komitacılar dışındaki halka yeterli hazırlık süresi tanınmıştır.

5. Tehcir esnasında Ermenilere kötü muamele yapan 1973 adet görevli sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış ve idam başta olmak üzere çok ağır cezalara çarptırılmıştır. Bu durum, devletin bir imha planı olmadığının açık delilidir.

6. Tehcir bütün Ermenilere uygulanmamıştır.

7. Yolda ve konaklama istasyonlarında devlet ve yardım kuruluşları Ermenilere gıda, barınma ve sağlık hizmetleri götürmüştür.

8. Savaş sonrasında Ermenilere geri dönüş izni verilmiş; 1919-1921 yılları arasında 350 binden fazla Ermeni Anadolu’ya dönmüştür.

9. Geri dönen Ermenilere malları ve mülkleri iade edilmiştir.

* * *

Bu gerçekleri uzun bir liste hâlinde saymak mümkündür.

O dönemde Türklerin kaybı Ermenilerden kat kat daha fazladır.

Türk Milleti, kin tutmayan, barışsever, sevgi dolu bir millettir.

Ve eski dostlarını tekrar bağrına basmaya hazırdır.

Yorumlar kapatıldı.