İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye Ermenileri Patriğinin Bildirisi

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ

I.Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (EUSAS)

Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı:

Türk-Ermeni İlişkileri Örneği

20-22 Nisan 2006

KONUŞMA

MESROB II

Türkiye Ermenileri Patriği

Sayın Rektör,

Saygıdeğer Katılımcılar,

Cumhuriyetçi insanlar olarak bu mekanda bir araya gelmemizin ana nedeninin Osmanlı’nın Cihan İmparatorluğu’na övgüler yağdırmak olduğunu sanmıyorum. Ancak, Osmanlı toplumunda farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmelerine olanak sağlayan sistemin analizinin çok önemli olduğunu söyleyebiliriz; çünkü küçülen dünya, giderek farklı dinden, dilden, ırktan ve milliyetten insanlara aynı kültür mozayiğinde, yan yana ve iç içe yaşama zorunluluğu getirdiği için, Osmanlı düzeninin deneyimlerini göz önünde bulundurmak yanlış bir yaklaşım olmasa gerek.

Bazılarının ve basının sıkça “Ermeni Meselesi” olarak tanımladığı olay hakkında bazı kişisel düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.

TARİHÇİLİĞİN AHLAKÎ BOYUTU

Saygıdeğer Katılımcılar,

Tarihe bakış şeklimizin ahlakî bir mesele olduğu evrensel bir düşünce biçimidir. Tarihi bugünkü kuşaklara sunuş şeklimiz de öyledir. Gerçekleri olduğu gibi yansıtmak, çoğu zaman cesaret işidir, özgürlük ister. Belli bir kalıbın içine sıkışmışsak, belli bir ideolojinin kulu-kölesi olmuşsak, özellikle milliyetçi, ırkçı, militer bir mizaca sahipsek, bazen doğruları konuşmakta, yeni kuşaklara gerçekleri yansıtmakta güçlük çekeriz. Gerçekçi bir tarih bakışına sahip olmamız, günün değer yargılarından ve sübjektif değerlerinden ne kadar kurtulabildiğimize bağlıdır.

Osmanlı-Ermeni ilişkileri tarihinin her aşamasını idealleştirmek, Ermeniler’in hiçbir sorun yaşamadığını söylemek mümkün değildir. Ancak, Türkler’le Ermeniler’in ilk tanışıklıklarının en az 1300 yıl öncesine dayandığını biliyoruz. Eğer tarihçi Yeğişe, Pers-Ermeni savaşını anlatan eserini gerçekten 5. yüzyılda yazmışsa, bu tanışıklık 1500 yıllık bir geçmişe sahip demektir. Bu kadar uzun zaman karşılıklı ticarî ve siyasî ilişkilerde bulunan komşuların tarihinde karşılıklı fiziksel şiddet olaylarına nispeten az rastlanmıştır.

Fransız Devrimi’nin yol açtığı milliyetçilik akımı, zamanla tüm diğer devletler gibi, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı tüm halkları da etkisi altına aldı. Özellikle, 19. yüzyılın sonlarına doğru ilişkilerin gerginleşmeye başlamasında gerek Osmanlı Devleti’nin, gerek Alman, Amerikan, Fransız, İngiliz ve özellikle Rus devletlerinin, gerek Ermeni siyasî partilerinin, gerekse, o dönemde görevlerini Türkiye Ermenilerinin sivillerden oluşan Cismanî Meclisi’nin güdümünde ifa eden İstanbul Ermeni Patriklerinin de sorumluluğu bulunmaktadır. Varılan acı sonuçta, tarafların sorumlulukları eşit olmasa bile, adı geçen taraflardan herhangi birinin çıkıp da olayların gelişmesinde kendi sorumluluğunu reddetmesi veya tamamen diğer taraflara yüklemesi ahlaken doğru bir yaklaşım değildir.

TIKANIKLIK GİDERİLMELİDİR

Türkler, “Biz aslında millet-i sadıkayı çok severdik”, Ermeniler de, “Biz aslında Türkleri çok severdik” gibi topik ve dolma edebiyatını artık bırakmalıdırlar. “Bakkalım Ermeni’ydi”, “Subayım çok iyi bir Türk’tü” türünden nostaljik ifadeler yerine, Türkler’le Ermeniler arasında geçmişte yaşanan birlikte yaşama olgusunu somut örneklerle sunan tarihî ve bilimsel çalışmalara ivme kazandırılmalıdır. Artık herkesin ezberlemiş olduğu Türk ve Ermeni tezlerini değişik şekillerle sunan kitaplar yayınlamak ve bu alanda boşuna para ve zaman harcamak yerine, Türk-Ermeni ilişkileri tarihine çok önemli katkılar yapabilecek Ermenice eserlerin Türkçe ve İngilizce çevirileri ivedilikle gerçekleştirilip akademisyenlerin ve kamuoyunun değerlendirmesine sunulmalıdır. Esasen gelinmiş olan bu tıkanmışlık aşamasında, yeni yorumlardan çok, yeni ana kaynaklara ihtiyaç vardır. Örneğin, 1863 tarihli Millet-i Ermeniyan Nizamnamesi’ne göre 1863’ten Sultan Abdülhamid dönemine kadar muntazaman toplanmış olan Ermeni Meclis’inin Bab-ı Âli’nin onayıyla yayınlanmış olan tutanakları ülkemiz tarihinin kara deliklerinden biridir. Bir sayfada Ermenice metninin aynısı, karşı sayfadaysa Türkçe çevirisi ivedilikle yayınlanmalıdır. Patrik II. Nerses’in (1874-1884) yazıları, Patrik III. Madteos’un (1894-1896 ve 1908-1909) yazışmaları, Patrik I. Mağakya’nın (1896-1908) üç ciltlik anıları, Patrik I. Zaven’in (1913-1915 ve 1919-1922) bir ciltlik patriklik anıları Türkçe’ye kazandırılmalıdır. Ermeni Kilisesi’ni ve kültürünü konu alan ve bazen her türlü bilimsellikten uzak olan kitaplar yerine, Patrik Mağakya’nın üç büyük ciltlik Ermeni Kilisesi tarihi üniversite öğrencileri tarafından Türkçe okunabilmelidir. Ayrıca, İstanbul Patrikliği’nin 1916-1918 yıllarında Kudüs’e taşınan arşivlerinin de Kudüs Ermeni Patrikliği tarafından akademiye kazandırılması gerekir. Yeni kuşak Türk ve Ermeni akademisyenlerinin bir ortak çalışma platformunda birlikte çalışmalarına olanak sağlamak üzere, gerek Türkiye, gerekse Ermenistan’daki üniversitelerde Osmanlı, Ermeni ve Türk dili ve edebiyatlarının öğretimine daha fazla zaman kaybetmeden başlanılmalıdır. Ayrıca, eminim ki arşivlerde tercüme edilmeyi bekleyen daha yüzbinlerce belge mevcuttur.

KARŞILIKLI SAYGI

Bugünkü ilişkiler çıkmazından kurtulmak için diyalog, diyalog içinse karşılıklı saygının tesisi elzemdir. Birbirini küçümseyen, sözel tacizde bulunan tarafların bir araya gelmeleri olanak dışı değilse bile zordur. Bu nedenle, Ermenistan ve Türkiye’den akademisyenlerden, gençlerden, sanatçılardan, basın mensuplarından oluşan grupların karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret etmeleri, birbirlerini tanımaya ve anlamaya çalışmaları çok önemlidir.

Saygı, birbirinin tarihine karşı da gösterilmelidir. Türkler’i hala Orta Asya’dan gelen kültürsüz barbar göçebeler olarak gören ve Türkler’in devlet kurabilme ve kurdukları devletin sürekliliğini sağlama yeteneğini küçümseyen bazı Ermeni tarihçilerinin zihniyeti ile Amerika’daki Kızılderili kabilelerini bile Bering Boğazı’ndan geçen Türk boyları yapan, “Ermeniler hiçbir devlet kurmamışlardır, kuramamışlardır” diyen bazı Türk tarihçilerinin zihniyeti değişmek mecburiyetindedir. Türkler de, Ermeniler de, tarihte siyasal ve kültürel alanlarda, kendi çaplarında, çok önemli başarılara imza atmış olan halklardır. Anadolu Uygarlıkları müzelerinde, tarihteki Ermeni Krallıkları hep vasal toplumlar olarak gösteren veya tamamen yok sayan zihniyet, Ermeni Krallıkları’nın Batı devletleriyle imzaladıkları ikili antlaşmaları görmezden gelse de, Batı’daki arşiv ve kütüphanelerdeki belgeleri yok edemeyeceğine göre, ancak kendi vatandaşını kandırabilecektir. Halbuki, karşılıklı olarak birbirinin tarihine saygılı bir yaklaşım sergilendiğinde, gerektiğinde birbirinin tarihteki başarıları övüldüğünde, karşılıklı olarak empati yaratmak mümkün olacaktır.

Ermeniler ve Türkler birbirlerinin ulusal ve dinsel simgelerine karşı da aynı saygıyı göstermelidirler. Bu simgelerin siyasi mitinglerde fanatik göstericiler tarafından herhangi bir şekilde aşağılanmaması, yakılmaması, ayak altına alınmaması için gerekli duyarlılık gösterilmeli ve dostluğu artırıcı ve pekiştirici etkinlikler düzenlenmelidir. Temsili kurtuluş gösterilerinde yaşanan densizlikler düşmanlık tohumları eken çağdışı uygulamalar olmaktan ileriye gidememektedirler.

COĞRAFYA DOSTLUĞU EMRETMEKTEDİR

Saygıdeğer Katılımcılar,

Türkler ve Ermeniler aynı coğrafyanın insanlarıdır. Bu insanları Yüce Allah bir araya koymuştur. Bunu ne şimdi, ne de gelecekte değiştirmek mümkün değildir. Başka bir deyişle, Türkler ve Ermeniler birlikte, veya yan yana yaşamayı öğrenmek zorundadırlar. Bu gerçeği görmezden gelerek her iki ülkenin genç kuşaklarını birbirlerine karşı körükleyen stratejistler günah işlemektedirler. İnsanlar ya dost, ya da düşman olacaklardır. Dostluk ve kardeşlik daha iyi değil midir?

ÜLKENİN ÖZ VATANDAŞLARI ARASINDA AYIRIM YAPILMAMALIDIR

Oysa fanatik milliyetçilik kendi ulusunun ve ırkının çok seçkin, dilinin en mükemmel, kültürünün de erişilmez olduğunu iddia eder, bu da kollektif bir narsisizmden öteye geçemez. Bu gibi temelsiz iddialar, başkalarında da benzer bir narsisizm oluşturulması dışında herhangi bir gayeye hizmet edemez. Karşısındakini yok saymak, içindekini yabancı ve düşman veya potansiyel sabotör olarak görmek ülkede sadece kaotik bir durum yaratılmasına neden olmakla kalmaz, bu yaklaşım tarzı her zaman savaşacak yel değirmenleri yaratmak zorunda olduğundan, aynı zamanda ülke vatandaşlarından hangi grubun bir sonraki kurban seçileceği konusunda spekülasyonlara neden olarak huzursuzluk yaratır. Sıkça dile getirilen “Türkler ve Kürtler aslî unsurlardır” sözünün bile bir ayrımcılık olduğunu düşünüyorum. Türk ve Kürt kardeşlerimiz aslî unsur ise, bu topraklarda M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren yazılı tarihi olan Ermeniler, çok daha eskiye dayanan kayıtlarda yer alan Süryaniler ve Yahudiler en iyimser tanımla tali unsur olma konumuna düşürülmektedirler.

TÜRKİYE ERMENİLERİNİN SORUNLARI GİDERİLMELİDİR

Saygıdeğer Katılımcılar,

Bugün 70 milyon nüfuslu ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Hristiyan Ermeniler’in sayısı 70 bine düşmüştür. Bazı devlet birimlerinin ifadelerine göre, şu anda yurtdışından gelip de ülkemizde yaşayan Ermeni kökenli insan sayısı da 30 binin üzerindedir. Hal böyleyken, değişen dünyanın oluşturduğu dev sorunlar karşısında varolma mücadelesi veren, toplam nüfusun belki de binde birinden az olan yerel Ermeni cemaatinin ve diğer azınlık cemaatlerinin dinî, hayrî ve içtimaî meselelerine, dil ve din eğitimi alanlarında yaşanan sıkıntılarına, vakıf mevzuatından kaynaklanan bazı sorunlarına çözüm getirmek gerekir. “Hoşgörü”, “birlikte yaşama” ve “çoğulculuk” gibi soyut kavramların somutlaşacağı, sözün eyleme dönüşeceği en belirgin uygulama alanlarından biri budur. Aksi takdirde, ülkemizde sayıları gittikçe azalan çok renkliliklerin giderek monotonlaşmasına, soluklaşmasına tanık olacağız.

TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ ÖZVERİ GEREKTİRİYOR

Saygıdeğer Katılımcılar,

Vatandaşlık ve yaşam diyaloğu ile sıkı sıkıya bağlı olduğumuz Türkiye ile soydaşlık ve dindaşlık bağlarımız bulunan Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, iki ülke, tabiri maruz görürseniz, iki sevdiği arasında kalmış bulunan biz Türkiye Ermenilerinin arzusudur. Ancak karşılıklı fedakarlıklar yapılmadan bu ilişkilerde ilerleme kaydedilmesinin zor olduğu aşikardır.

İNSANÎ VE AHLAKÎ DEĞERLER ÖNE ÇIKARILMALIDIR

Saygıdeğer Katılımcılar,

Hepimizi din, ırk, milliyet ve sairenin ötesinde insan olarak ne birleştirir diye düşünmek zorundayız.

Bu bağlamda çocuklarımızın geleceğine, yani istikbale, ne bıraktığımız önem kazanmaktadır. Bu nedenle eğitimin bilimsel ve teknik yönünün yanı sıra, aynı zamanda beşerî yönü de son derece önemli olup, gereken teşvik gösterilmelidir. Dil ve edebiyat çalışmaları da çok önemli bir birleştirici unsur olarak kabul edilebilir.

Laiklik anlayışı her ne kadar din ve vicdan özgürlüğünün teminatı sayılsa da, ülkemizde bazen tanık olduğumuz “Jakoben Laiklik” uygulamasının, İslâm’ın ahlakî boyutlarının manevî anlam zenginliğinin analizlere katılmasını engellediğini, bunun da bazen tarihe bakış yöntemiyle ilintili olduğunu söylemek mümkündür.

Keşke bazı ülkelerde başarıyla uygulanabildiği gibi, Osmanlı öncesi uygarlıkları da tarihi mirasımızın bir parçası sayıp, Bizans, Ermeni, Süryani ve Musevî kültürlerinin de Türkiye’ye kattığı anlamlarla daha da zenginleşebilseydik. Bu bağlamda, Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın Van Gölü’nün Ahtamar Adası’ndaki Surp Haç Ermeni Kilisesi’ni de restorasyon projeleri arasına almış bulunmasını bu yönde atılan çok olumlu bir adım olarak kabul ediyorum.

MİLLİYETÇİLİK DEĞİL MİLLETPERVERLİK

Değerli Arkadaşlar,

Türkler de Ermeniler de, milliyetçiliğin ve ırkçılığın dışlama üzerine kurulmuş dar çerçevesinin dışına çıkmak zorundadırlar. Bu akımların yarattığı sonuç işte ortadadır. Milliyetçilik ve ırkçılık uygulamalarının hüküm sürdüğü her ortama verilen zarar ve ziyan bellidir. Sonuç her zaman kanlı savaşlar, gözyaşı ve bazen kuşaklar boyu süren nefret kampanyaları olmuştur. Barış ve esenliğin hüküm süreceği bir düzene kavuşmanın ancak sözünü ettiğim dar çerçevenin dışına çıkıldığı ölçüde gerçekleşebileceğine inanıyorum. Milliyetçilik ve ırkçılık yerine milletperverliğin yerleştirilmesi dinlerimize ve ahlakî değerlerimize daha uygundur.

KUTLAMA VE DİLEKLER

Saygıdeğer Katılımcılar,

Erciyes Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Cengiz UTAŞ’ı, Sempozyum Tertip Komitesi Başkanı Sn. Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ’yü ve bu sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen Sn. Yrd. Doç. Dr. Şakir BATMAZ, Sn. Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ ve Sn. Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN’ı kutluyor, tarihi Kayserimiz’deki bu sempozyumun barış ve esenlik yolunda önemli bir aşama olmasını diliyor, tüm dinleyenleri derin saygıyla selamlıyorum. Ülkemizde barış ve esenliğin sürmesi, tüm vatandaşlarımızın mutluluğu, birlik ve beraberliği için dua ediyorum. Teşekkür ederim.

Yorumlar kapatıldı.