İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ÇALINAN EŞEKLERİN HESABI

Yelda Özcan

Geçen yıl İstanbul’da düzenlenen Ermeni Konferansı, içeriğiyle değil ama, önce yapılmasına izin verilmeyişi, sonra gerçekleşmesi nedeniyle gürültü çıkardığı için herhalde, soru baştan sorulmaya başlandı: Ermeni soykırımı hakkında Türkiye’de aydınlar ne düşünüyor? Bir değişme, gelişme umuduyla soruyor, cevap olarak Orhan Pamuk gibi nicelerini sıralayacağımı bekliyorlar. Statükonun devamından yana Türkler tarafından hariçten gazel okumakla suçlanacaklarını bilen Avrupalılar bu konuda söz söylerken iki tarafı da gözetmiş olmak istiyorlar.

Ama aydın da olsa biz TİS’lerin çeşitli handikapları var. Ki bunlardan bazılarını hiç konuşmuyoruz. Ve biz sustukça, devletin engeli, baskısı anlamsız, temelsiz bir cinnet gibi görünüyor.

Hey gidi, Avrupa Birliği’ne girme arzusu bir Türk aydınını nereye kadar sıçratırmış: Kürtlere iktidarsız olduklarında, mazlum olduklarında ancak tahammül edebilen Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Yavuz Önen, Kürt kanalı Roj TV’de! (9.11.2005)

O, Türkiye’nin AB’ye alınmasından yana, ama Ermeni soykırımının gündeme getirilmesine karşı. Önen, vakfın ”Ermeni sorunu” ile ilgilenmediğini, bu konunun uluslararası toplantılarda önüne getirilmesinden hoşlanmadığını söylemişti daha önce, basında da çıkmıştı. Sonra Avrupa’daki Kürt televizyonunun bu Süryani yayını sayesinde öğrendik ki, Önen’in babası Midyat’ta ırkçı Varlık Vergisinin uygulayıcılarından, hem de en yetkilisi, kimden ne kadar para alınacağı iki dudağının arasında olan müslüman komisyon başkanı.

Ama kendisinin anılarında hep güzellikler var: ”Hırıstiyan ve müslüman çocuklar sokakta birlikte oynardık. Süryani-Müslüman ayrımı yoktu; çekilmiş acıların unutulduğu, düşmanlığın olmadığı, henüz Kıbrıs’ın araya nifak sokmadığı, güzel bir dönem. Evimizde yardımcı olarak bulunan Seydo Süryanilerle ilişkimizi sağlardı. Seydo dul bir kadındı, kocasını nerde ne zaman kaybettiğini hiç bilmezdik. Babam ayrılıkları çok fazla önemsemeyen, çok yumuşak bir insandı. 1943-1951 arası Midyat belediye başkanıydı, o dönemde halkların birbirine düşman olduğu ortam hiç olmadı, kışkırtmaların dışında.”

İsveç’teki Tur Abdinli gazeteciler kibarlıklarından olsa gerek, ona ne kışkırtması, Rumları mı kastediyorsun diye sormadılar, acılarımızı hatırlarsak bu sence düşmanlık mıdır demediler. Onlar Varlık Vergisi meselesini hatırlattıklarında Önen, ”Bu konuda hiçbir şey anımsamıyorum, siz bana anlatın” deyip gülümsedi.

1938 doğumlu Önen İstanbul’da Fransızca hocasının kendisini tahtaya kaldırdığında, doğudan okumaya gönderilmiş bu müslüman çocuğun üzerindeki ceketin ayakkabının kalitesine şaşıp kaldığını hatırlıyor. Midyat’ta çocuklar kavga edince babasının hatırı için ona dokunulmadığını da. Ama olayların birbiriyle bağlantısını kurmadığı gibi, kimi şeyleri hala merak etmiyor, öğrenmek istemiyor, kimilerini ise unutuyor.

Demek hatırlı baban olunca, insan hakları savunucusu da olsan solcu olarak hapis de yatsan, hatırın çekinmek, korkmak demek olabileceğini görmezden gelip, rahatça, babam hatırlıydı, onu severlerdi diye yorumlayabiliyorsun. Açıklanamayan genel milliyetçiliğin temeli bu aile milliyetçiliğinde, mikro milliyetçilikte aranabilir gibi geliyor bana.

”Devlet otoritesi sadece Süryanilere karşı değildi, imam olan dedem de hırpalandı, kılık kıyafete müdahale, baskı vardı. Jandarma baskısı sadece Süryanilere değil, biz çok yaşadık.” 40 yıl boyunca Midyat’a hiç gitmeyen, orayla herhangi bir ilişkisi olmayan Önen bu çok kültürlü kentin kaybedilmesinde ne kendisinde ne ailesinde ne oradaki müslümanlarda bir sorumluluk görüyor. Ve Midyat’ta bir şeylerin kendine ait olmasını arzuluyor: ”Bizim evin ortağı ile (Süryani ) Amerika’ya gitmeden önce görüştüm, evi tekrar alıp kültür merkezi yapmak istedim. Ama o fiyatı yükseltti, alamadık.”

Evinin ortağı Süryani neden geleceğini Amerika’da aramaya çıkmış? Kim kimin evine ortak edildi, neden, nasıl oldu bu? Varlık Vergisinden önce miydi, sonra mı, sırasında mı yoksa, peki kaça, normal piyasa fiatına mı, yoksa korkuyla ucuza mı verildi? Sorularım düşmanca gibi gelebilir mağdur olmayanlara. Ama zamanında yapılan düşmanlığı unutturmak da düşmanlığı sürdürmek demek.

”Taş evlerin cephesindeki kurşun izleri bu hoş olmayan, acılı, kanlı anıların yaşandığını zaten gösteriyordu. Bu evler silahların karşılıklı olarak patladığına tanıktır. Baskı ve kıyımlarda yardım etmiş bizimkiler. Kıyım bütün halkın topyekün katıldığı bir olay değil, önemli bir kesim de zararın enaz olmasına çalışmış.”

1915’te Süryani kurtarana Varlık Vergisinde komisyon başkanlığı verilebileceği pek şüpheli ya neyse, işte böyle bir seyfo inkarcısı çokkültürlü projelere kaynak sağlayan Avrupa Birliği fonlarının yüzü suyu hürmetine Roj TV’nin Süryani yayınına konuk oluyor ve ‘Midyat eskimiş, bakımsız kalmış, kültürel projeler yapalım sizinle’ diyor ve sözlerini özürsüz noktalıyor: ”Ne güzel dimi, birbirimize siyaset sormadık, Midyatlılık bağı bizi birarada tutuyor. Hep ah vah olmasın, geleceğe dair güzel bir şeyler yapalım, onun için sizlerle birlikteyim.”

THIV Başkanının hafızasından silinenler arasında eşeğini kaybeden Süryani’nin tekerlemesi de var. Bir eşeğine sahip çıkamayan alık Süryani’ye gülebilirsiniz, ta ki birileri size o eşeklerin hesabını sorana kadar: neden hep Süryani’nin eşeği kayboluyordu, onun eşeğini çalanlar kimlerdi diye.

Soranlara diyorum ki, ne yaparsanız yapın ama son sözü TIS’lere bırakmayın, yoksa bu adaletsizlik olur.

Yorumlar kapatıldı.