İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Surp Zadik piroz be

Ragıp Zarakolu

İstanbul’da güneşli nefis bir gün. Bugün Paskalya. Kumkapı’ya, 90’ındaki Sarkis Dayday’a gittim, bir Kürt yazar arkadaşımla birlikte, Paskalya’sını kutlamak için. Çok hoş bir hava vardı. Herkesin yüzü gülüyor, en güzel elbiseleri ile.

Bu beni çocukluğumun Bakırköyü’ne götürdü. Heyecanla boyalı yumurtaların gelmesini beklerdik, tokuşturmak için.

Rumlarla Ermeniler, Paskalya’yı 4 yılda bir birlikte kutlarlar, ama takvim farkından dolayı, Surp Zadik, yani Ermeni Paskalyası değişik günlerde kutlanır.

Surp Zadik’te insanlar birbirlerine kırmızı yumurta armağan eder. Yumurtalar geleneksel olarak kırmızıya boyanır, ancak değişik renklerde boyanmış olanları da vardır. Surp Zadik’te ayrıca saç örgüsü biçiminde paskalya çöreği yapılır.

Ama aynı Newroz gibi, Surp Zadik’deki yumurta ritüeli, birçoklarına göre, Zerdüşt geleneğinin bir devamı.

İran’daki Humeyni rejimi, Newroz’u batıl ilan ederek yasaklamak istedi, ama binlerce yıllık bir ritüeli ortadan kaldırmak ne mümkün.

Oraya Bayramı kutlamak için Mardinli, Nizipli Kürt arkadaşlar da geldi; komşular, halktan insanlar… Kürtlerde de yumurta boyama adetinin olduğunu söylediler.

Birçok Kürt, Ermeni yaşlıları, ‘Dayı’ diye çağırır, birçok Kürt ailesinde yer alan, çok saygı gösterilen büyükannelerden dolayı…

‘Sizler bizim dayımızsınız’ derler…

Bu güzellikler İstanbul’da 50’li yılların ortasına kadar yaşadı. Bayramlarımızı hep birlikte yaşadık. Her ne kadar onlar bizimkileri daha çok hatırlasa bile, biz onlarınkini çok kez unuturken!

Tırmanan savaş ortamı, ne yazık ki, 1 Nisan’da, geçen yıl ilk kez coşkuyla kutlunan Akuti’nin, yani Süryani yeni yılının, bu yıl da Mardin yöresinde kutlanmasını engelledi. Gösterilen gerekçe ise, güvenliği sağlama garantisinin verilmeyişi idi.

Bu durum, İstanbul’daki gecenin biraz buruk geçmesine de neden oldu.

Savaş ve gerginlik ortamının ilk kurbanı ne yazık ki, coğrafyamızdaki bu kadim yerleşik toplumlar oluyor.

Irak’ta da bu böyle olmadı mı?

ABD işgali, çatışan milliyetçilikler, dinsel fanatizmin çok taraflı olarak kışkırtılması, Mezopotamya’nın Babil’den bu yana varlıklarını sürdürebilen toplumlarının, bölgenin kültürel mozayiğinden hızla silinmesine neden oluyor.

Saldırıya uğramayan Süryani, Keldani, Ermeni kilisesi kalmadı. En güvenli sayılan Kürt bölgesinde bile, kırsal kesimde bazı Süryaniler köylerini terk etmek zorunda bırakılabildi.

Geçen hafta New York Üniversitesi’nde Ermeniler ve SOL başlıklı ilginç bir sempozyuma katıldım konuşmacı olarak. İstanbul Irak Tribünali’nde yer alan Barsamian, Noam Chomsky, Robert Fisk şablonların ötesinde ufuk açıcı sunumlar yaptılar. Çok farklı, aynı zamanda eleştirel sunumların da yapıldığı bu toplantıda, ABD’nin Irak işgalinin sonuçları da teşrih masasına yatırıldı.

Türkiye Irak savaşına katılmayışı ile, İstanbul Tribünali nedeniyle, bazı konuşmacılarca övüldü.

Bense kafamın içinden, Irak’ta savaşa hayır kadar, içerde yükselen savaş tamtamlarına karşı da cesaret gösterilse diye geçiriyordum.

Fisk’in anlatımı ile, ABD’nin ilk girdiği sıralarda Iraklılara ‘İçsavaş çıkabilir’ denildiğinde, ‘Herkes yüzünüze aptal aptal bakıyordu’, bunu olanaksız görerek.

Çünkü toplumlar öylesine iç içe geçmişti.

Toplumların kendisi, hiç de böylesi bir iç savaş için hazırlıklı olmayı bırakın, onu düşünemiyorlardı bile.

Bir Sünni, ‘Karım Şii, onu mu öldüreceğim, ne demek iç savaş?’ diye tepki göstermişti. Ama üç yıl sonra bırakın Kiliseleri, Şiilerin en kutsal mekanları yerle bir edilebildi. Sıradan Sünni insanlarına korkunç işkenceler yapılabildi.

Bu bana, Türkiye’nin Kürt tehdidini bahane ederek Irak işgaline katılmasına karşı çıkan, Kürtlerin aşağılanmasını eleştiren, SANA NE başlıklı yazımı hatırlattı.

Bu yazıda şöyle ilginç bir ifadesi yer alıyordu, Amerikan Donanması komutanının:

‘Çıkması muhtemel bir Türk-Kürt çatışmasını önleyeceğiz’. Kimilerine de bu ifade saçma gelmişti o zaman, ne alakası var diyerek.

Yorumlar kapatıldı.