İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bellek ve tarih

Gündüz Aktan

Fransa’da parlamentonun sömürgecilik, köle ticareti, Cezayir Savaşı, Ermeni tehciri gibi tarihi olaylar konusunda kabul ettiği kanun ve kararlara itiraz eden 19 tarihçi, bellek ve tarih ikilemini bir kez daha vurguladılar. Tarihte olan faciaları hatırlamak her şeyden önce kurbanlara saygı açısından önemli. Oysa kazanan taraf faciayı unutma eğiliminde. Bu durumda ‘bellek görevi’ yani unutmama, anımsama kavramı ortaya çıkıyor. Ama unutmamanız gereken ne?

Sorun, tarafların farklı hafızaları olmasından kaynaklanıyor. O zaman bellek görevi faciaya ilişkin ortak bellek yaratılmasını gerektiriyor. Bu bağlamda tarih/bellek ilişkisi önem kazanıyor.

Bu yazıda, Fransız filozofu Paul Ricoeur’ün ‘Entre la memoire et l’histoire’ adlı ünlü makalesinden yararlanarak, 1915-16 Ermeni olayları hakkında Türkler ve Ermeniler arasındaki bellek ve tarih farklılıklarına değinmek istiyorum.

Ricoeur’e göre, tarih de, bellek de geçmişte kalmış yani kaybolmuş bir olayın zihnimizdeki ‘temsili’ nitelikteki kalıntılarıyla uğraşıyor. Her ikisi de olayın vuku bulduğu sırada oluşmaya başlıyor. Yani belleğin oluşmasıyla arşiv belgeleri, olayın çıkışı ve gelişmesiyle eşzamanlı. Tarih yazımında bellek önemli bir unsur, ama belleğin oluşmasında daha sonra yazılan tarih geri planda kalıyor.

Bellekte ‘büyük suçun’ ‘kurbanı’ acısına odaklanıyor. Tarihse bu acıyı çok daha geniş bir olaylar dizisinin içine oturtuyor. Benzer olaylarla mukayese ediyor, ortak noktalarını bulmaya çalışıyor, olaylar arası karmaşık ilişkileri irdeliyor. Tarihçi soğuk ve nesnel bir yaklaşım benimsiyor, olaylara uzaktan bakıyor.

Tarih sosyal bilimlerin içinde yer aldığından, matematik ya da doğa bilimlerden farklı olarak deney, model ve doğrulamaya elverişli değil. Carlo Ginzburg’un önerdiği gibi, tarih arşiv belgelerini inceleme, yorumlama ve uzmanların tartışmasına sunmayı içeren dil temelli bir faaliyet. Dolayısıyla geçmişe ilişkin dolaylı, olayın vuku bulduğu koşularla sınırlı ve ihtimallerle ilgili bir bilgi. Bu nedenle tarihçilerin olayları tartışmaları meşru, doğal, hatta gerekli. Tartışılamayan olayın tarihini yazmak imkânsız. Tarihçi, yargılamaya ve suçlamaya değil, anlamaya önem verdiğinden, olaylar hakkında hüküm vermekten kaçınıyor.

Bellekten farklı olarak tarihin bir yöntemi var. Tarih bu yönteme dayalı bir anlatım. Yönteminin amacı, olayların ardındaki nedenselliği ortaya çıkarmak; faciaların tekrar edip etmediğini, devrevi olup olmadığını incelemek. Bunu yaparken olguları sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel kategorilere ayırıyor; bunlar arasındaki etkileşimi irdeliyor. Belleğin sözel tarih, otobiyografi ve hatıraları yerine, arşiv belgelerine öncelik veriyor.

Oysa bellek odaklandığı acının tekliği, eşsizliği, kıyaslanamazlığını savunuyor ve tarihin bu yaklaşımı tahrip edeceğinden korkuyor. Bellek olayları seçiyor yani selektif. Eğer psikanalizle ayıklanmazsa, acının verdiği bir saptırma eğilimine giriyor. Belleğin faciayı tanıtmaya, suçu bir tarafa atfetmeye yani yargıya ihtiyacı var. Bu yönüyle tarih, tarihi gerçeklere dönük; bellek ise kimlikle ilgili.

Holokost bellekle tarih arasında sorun yaratmadı. Oysa Ermeni olayları büyük bir bellek ihtilafı yaratıyor. Bugün Ermeni belleği, olaylara ilişkin anıların dört hatta beş kuşak arasında nakledilmesine dayanıyor. Kulaktan kulağa oyunu gibi, bu süreçte tarihi gerçeklerden uzaklaşıyor. Türklerin acılarını tümüyle göz ardı ediyor. Kendi siyasi bağımsızlık amaçlarını ve Ermeni silahlı grupların bu uğurda işledikleri cinayetleri unutuyor. Amacı intikam için Türkleri suçlamak oluyor. Ermeniler böylesine gerçeklerden kopuk bir bellek üzerine bir de tarih inşa ediyor.

Daha da vahimi, nakli hafıza Ermenilerin başına gelenleri (Kanal Türk’te gösterilen ‘Ararat’ filmindeki gibi) abartırken, Türkleri insanlık dışı canavarlar gibi sunan ırkçı bir nitelik alıyor. Ama aynı zamanda içinde bulunduğu patolojik kimlik krizinden kurtulmak için de bu ‘canavarın’ kendisine yaptıklarını ‘soykırım’ olarak kabul etmesine muhtaç.

Bu ihtilafın mahkemeden başka çözüm yolu var mı?

Not: 15 Nisan tarihli ‘Kimlik’ başlıklı yazımın 4. paragrafı, sondan 2. cümlesindeki ‘germi’ sözcüğü her nasılsa ‘geri’ diye basılmış. Cümlenin doğrusu şöyle olacaktı: “Bu kriz etnik grubun büyük grubu dışlayıcı etnik milliyetçiliğine karşı, büyük grubun birliğini koruyucu milli-devlet milliyetçiliğine germi veriyor.”

Yorumlar kapatıldı.