İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Batı’ya dönük yüzümüzün 150 yıllık abidesi DOLMABAHÇE SARAYI

Şermin TERZİ

Kapısında, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı askerlerinin taş kesilmişçesine kımıldamadan nöbet tuttuğu, bir zamanlar Balkan Savaşı’nın ateşkes kararının alındığı, Meclis-i Mebusan’ın açılışının yapıldığı, harf inkılábının ilk adımlarının atıldığı, en önemlisi, Atatürk’ün hayata veda ettiği saray:Tam 150 yaşında.

Üç katlı ve kullanım alanı 16 bin 600 metrekare olan Dolmabahçe Sarayı’nın ihtişamını rakamlar anlatıyor: Yan bina ve bahçelerle birlikte toplam 110 bin metrekare, 285 oda, 43 büyük salon, 82 koridor, 64 hol, 68 tuvalet, 6 büyük Türk hamamı, 9 özel banyo, 5 kiler, 3 mutfak, 1427 pencere. Şimdi Swissotel’in bulunduğu yerin bir zamanlar sarayın bahçesi, İnönü Stadı’nın ise saray atlarının ahırı olduğu hatırlanınca rakamlar daha da büyüyor. Boğaz’ın kıyısında bembeyaz uzanan göz kamaştırıcı sarayın 150. yaşı, yıl boyunca kutlanacak.

Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu yer 1614 yılına kadar sadece bir koydan ibarettir. Bizanslılar’ın, Roma donanmasına ait gemileri bu koya demirlediği vakidir. İstanbul’un fethiyle koy, zamanla bataklığa dönüşür ve kimse ilgilenmez; ta ki Sultan I. Ahmed’in dikkatini çekene kadar.

1614’te Sultan’ın talimatıyla İmparatorluğun en uzak yerlerinden bulunup getirilen ağaç kazıklar denize çakılır, kazıkların arasına yine ağaçtan hasırlar örülür ve koy doldurulmaya başlanır. Bu işlem 1617’de tahta çıkan II. Osman dönemine kadar devam eder. Sonunda dolma alanda bir hasbahçe yaratılır, adına da dolmabahçe denir. Evliya Çelebi ünlü Seyáhatnáme’sinde, 20 bin kayık ve mavnanın denizi doldurarak 400 arşınlık bir meydan oluşturduğunu yazar. Dolmabahçe, tamamlandıktan sonra şehzadelerin sünnet törenleri ve düğünleri için kullanılır.

1808’de tahta çıkan Sultan Mahmud, bahçeye bugünkü Dolmabahçe Sarayı kadar büyük ama tamamen Şark usulü ahşap bir saray yaptırır.

BAŞARISIZ DÖNEMİN GÖRKEMLİ SARAYI

Aradan yıllar geçer. Batı düşüncelerine açık, piyano çalan, hat yazan, Fransızca dahil birkaç dile vakıf Sultan Abdülmecid çıkar tahta. Ahşap sarayın yıkılıp yeni bir sarayın yapılmasını emreder.

Osmanlı Devleti’nin askeri başarısızlık yıllarıdır. Sultan Abdülmecid, başarısızlıkları görkemli bir saray yaptırarak örtbas etmek, gelen elçileri bu sarayla büyülemek ister. Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Ortaköy Camii, Selimiye Kışlası gibi eserlerde imzası bulunan, dönemin önemli mimarlarından Osmanlı tebası Balyan Kardeşler görevlendirilir.

1843’te başlayan inşaat 10 yıl sonra tamamlanır. Ancak Kırım Savaşı çıkınca, Sultan Mecid böylesine lüks bir sarayın açılışını yapmak istemez. Aradan üç yıl geçip, zafer haberi geldiğinde fırsatı değerlendirir. 7 Haziran 1856’da, Ramazan Bayramı’nın üçüncü günü, sarayın açılışı yapılır. Hemen akabinde, zafer nedeniyle, Fransız ve İngiliz generallerinin şerefine ziyafet verilir.

MERMER SANILAN SÜTUNLAR AHŞAP

Sarayın dekorasyonunda, saf ipekten döşeme kumaşlar, perdeler, Hereke fabrikasında dokutturulur. Halılar Manisa Gördes, Hereke, Isparta, Kayseri Bünyan’dan getirtilir, bir kısmı ise İran ve Avrupa’dan.

Bütün o görkemli mobilyalar Fransa ve İtalya’dan alınır, saray İngiliz ve Fransız kristalleriyle donatılır. Yabancı ülkelerden gelen hediyeler ise sarayın çeşitli yerlerine koyulur. Bunlardan biri saraydaki dev avizedir. Kısa süre öncesine kadar, İngiliz Kraliçesi Victoria’nın hediyesi sanılan ve öyküsü ziyaretçilere böyle aktarılan avizenin, gerçekte satın alındığı, arşiv çalışanlarının eline geçen 1852 tarihli bir faturayla ortaya çıkar. Sarayın dışardan mermer ve taş gibi gözüken bütün taşıyıcı sütunları meşe ağacındandır. Sütunlar, kireç külleri ve başka karışımlar elde edilerek büyük ustalıkla mermere benzetilir. 1894’deki büyük depreme dayanması da işte bu ahşap sütunlar sayesindedir.

Sarayda, padişahın huzurunda Kurban Bayramı için toplanan kalabalık depremle sağa sola kaçışır. Fatih Camii’nin kubbesi, Kapalıçarşı’nın bir bölümü çökerken Dolmabahçe Sarayı’nın sadece pencereleri dökülür, avizelerinden parçalar kopar.

DARBE KORKUSUYLA 32 YIL BOŞ KALDI

Sarayı yaptıran padişah Sultan Abdülmecid 38 yaşında veremden ölünce yerine Sultan Abdülaziz geçer. 25 yıl sonra, Dolmabahçe ilk askeri darbeye tanık olur. Saray askerlerce kuşatılır, Sultan Abdülaziz tahttan indirilir. Tahta 93 gün V. Murat oturur, ardından Sultan II. Abdülhamid çıkar. O da tahttan indirilmek korkusuyla Dolmabahçe Sarayı’nda kalmak istemez. Tam 32 yıl, daha güvenli bulduğu Yıldız Sarayı’nda yaşar. Bu sürede Dolmabahçe Sarayı bomboştur, bakımsız kalır.

Sultan Reşat’ın 1909’da tahta yerleşmesiyle saray elden geçer. Parkeler, kalem işçilikleri yenilenir. O güne kadar şöminelerle ısıtılan saraya altın kaplamalı kalorifer petekleri konulur, elektrik getirilir. Saray eski görkemli günlerine geri dönmüştür.

Cumhuriyet’in ilanından önce, sarayda yaşayan son Osmanlı Padişahı ise Sultan Vahideddin’dir. Onun sarayı terk etmesi ve cumhuriyetin ilanıyla sarayda artık başka bir dönem başlar.

ARTIK BURASI MİLLETİN SARAYIDIR

Mustafa Kemal Atatürk, 1 Temmuz 1927’de cumhurbaşkanı olarak Dolmabahçe Sarayı’na geldiğinde, kendisini karşılayan halka, “Artık bu milletin sarayıdır ve ben burada bulunmaktan bahtiyarım” der. Atatürk böyle söylese de, saltanatı temsil eden bir sarayda kaldığı eleştirileri ağızdan ağıza dolaşır. Halbuki bu, yönetimin artık padişahlıktan halka geçtiğini göstermek için özellikle alınmış bir tavırdır.

Atatürk, cumhurbaşkanı olarak saraya 31 kez gelir ve en az 2, en fazla 5,5 ay kalır. Son geldiğinde tarih 27 Mayıs 1938’i gösterir. Hastalığının ilerlediği bu tarihten sonra doktorları, sarayı terk etmesine izin vermez.

29 Ekim 1938 yılında Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından dönen Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri, Dolmabahçe açıklarında Atatürk’ü görmek için teknenin kaptanına saraya yanaşmasını söylerler. Ancak Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı askerleri teknenin yanaşmasına izin vermez. Bunun üzerine öğrenciler Atatürk lehine sloganlar atmaya başlarlar. Atatürk, bağırtıların ne olduğunu sorduğunda, öğrencilerin kendisini görmek istediğini söylerler. Yataktan kalkmak ve öğrencileri selamlak ister ancak hali yoktur. Zaten doktorları da kalkmasına müsaade etmez. Ancak ısrar eder ve koluna giren iki kişiyle balkona çıkar. Atatürk’ü farkeden askeri lise öğrencileri teker teker suya atlar ve sahilde hizaya dizilir. Üstlerinden sular akarken hep bir ağızdan, “Dağ başını duman almış” marşını söylemeye başlarlar. Atatürk elini güçlükle kaldırıp, “Bu bayramlar ve istikbal sizlerindir. Hoşçakalın” der ve yatağına döner.

ESERLERİN YÜZDE 90’I ORİJİNAL TEK SARAY

Cumhuriyet’in ilanına kadar Mavi Salon, Pembe Salon, Somaki Oda, Zülvecheyn Salonu gibi isimler verilen odalar, cumhuriyetle birlikte numaralandırılır. Atatürk, daha önce sarayı yaptıran Sultan Abdülmecid’in kışlık yatakodası olarak kullandığı 71 numaralı odada hayata gözlerini yumar.

Dolmabahçe’yi dünyadaki diğer saraylardan ayıran belki de en büyük özelliği, sergilenen eşyaların yüzde 90’ının orijinal olmasıdır. Tabii bu durum, zaman zaman bazı riskleri de beraberinde getirir. Yoğunlaşan deniz trafiği nedeniyle tankerlerin çarpma tehlikesiyle karşı karşıya kalan saray, bu tehlikelerden en büyüğünü 1980 yılında yaşar. Yakınında iki şilep çarpışır. Saraydaki eşyaları, çok değerli tabloları zararlı güneş ışınlarından korumak için takılan mavi camlar kırılır.

Her ne kadar ilk yapıldığı dönemdeki kadar devasa bir alana yayılmasa da, Dolmabahçe Sarayı 150. yılında bütün ihtişamıyla Boğaziçi’nde dimdik ayakta.

Zülvecheyn Salonu

1936’da Atatürk’ün, İngiliz Kralı 8. Edward’ı ağırladığı salon. Meşhur hikaye ve Atatürk’ün söylediği vecize söz bu odada geçer: Yemek servisi sırasında uşak elindeki çorbayı devirir. Türk yetkililer mahcup olurken, Atatürk, Kral Edward’a dönüp, “Bu millete her şeyi öğrettim, bir tek uşaklığı öğretemedim” der.

Süfera Salonu

Süfera yani Elçiler Salonu, sultana güven mektuplarını sunmaya gelen elçilerin maiyetlerinin bekletildiği önemli bir protokol salonuydu. Atatürk harf inkılábıyla ilgili ilk çalışmaları (Ağustos 1928) yine bu salonda yapmıştı.

Yorumlar kapatıldı.