İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Azınlık şımarıklığı’ meselesi

Kirvem,

Medya âlemimizde adını hem “böyyük”, hem “çok satan” hemi de “amiral gemisi” diye kendince tarifleyen gazetenin ser dümeninde oturan Ertuğrul Özkök hazretlerinin 31.03.2006 tarihli kendi köşesinde “Bunun adı ‘azınlık şımarıklığı’ adlı makalesinin başlığını, bir müddetten beri takılıp kaldığım İtalyan keferelerinin diyarlarında “internet” denen gâvur icadından daha bismillah deyip okur okumaz doğrusunu söylemek gerekirse ilk anda tuhaf bir refleksle Misak-ı milli sınırları içinde yaşayan Lozan mahreçli “resmi” azınlıklar olan biz Ermeniler, Rumlar ya da Museviler yine kim bilir durduk yere ne haltlar karıştırıp, yine kim bilir hangi olmayacak duaya ‘âmin!’ deme gafletinde bulunduk ki böylesine bir sıfatı hak ettik” deyip peşinen nedense efkârlandım.

Kirvem benim daha başlangıçta bu “azınlık şımarıklığı” lafından işkillenip kendi kendime buluttan nem kaparcasına heyecanla okuduğum makalenin sonucunda korktuğum başıma gelmezken, hatta içten içe sanki biraz da sevindim mi ne! Öyle ya, bu sefer memleket dâhilinde tescilli “azınlık”lar olarak vartayı atlatmış, “şımarıklığı” başkalarına havale edip en azından bu kez temize bile çıkmıştık zo!

Ne ki, güldürmeyen Allah güldürmez derler ya benimkisi de o hesap! Tam da “azınlık” konusunda “iyi hâl kâğıdı” alıp hatta nam-ı diğeriyle “potansiyel düşmanlar” kimliğimizden hiç olmazsa bir nebze de olsa bu kez kazasız, belasız, vukuatsız “sıyrılırken” öte taraftan makalenin asıl konusunun son günlerde Diyarbakır’daki olayları irdelediğini görünce az önceki sevincim yine kursağımda düğümlenip kaldı; çünkü farkında olmadan sanki Cenova’nın bu daracık sokaklarından bitli başımı alıp yine ister istemez yollara düşüp kendimi Dünya denen bu ibreti âleme ilk kez gözlerimi açtığım Diyarbakır diyarlarının aynı şekilde dar, çıkmaz kuçelerinde, sokaklarında, örtme altlarında gezinip keza kastallarında avuç avuç “hamravat” suyu içtiğim çeşmelerin başında ya da gari gâvuru “elhamdülillah” külliyen tükenmiş, geriye posa niteliğinde sadece adı yadigâr kalmış Gâvur Mahallesi’nde buluverdim…

Heyhat! Gel gör ki, bir zamanlar henüz çocukken asmalarından üzüm çaldığım bağlar, zaman tünelinde apartmanlara yenik düşerken, şimdilerde sokaklarında, dört, sekiz, on altı yaşlarındaki “parnag” kadar çocuklar polis “emice”lerinin gazlı bombalarının yanı sıra kör kurşunlarından nasipleniyor…

Neden?

“Azınlık şımarıklığı!…”

Kirvem “kaptan-ı derya” Özkök hazretlerine kulak ver, ibretle dinle, not al:

“…Türkiye’de Kürt sorununa mümkün olan en insani açıdan bakan insanlar bile son günlerde büyük bir düş kırıklığı yaşıyor. Ben artık bu davranışların, ‘Kürtlerin hakları’ gibi haklı bir zeminden çıkıp, akılsızca bir ‘azınlık şımarıklığı’ haline dönüştüğünü düşünüyorum. Hiç çekinmeden de adını aynen böyle koyuyorum: ‘Azınlık şımarıklığı…”

Eh! Doğru söze ne denir ki! Üstelik koskoca bu “kaptan-ı derya” daha geçenlerde Şemdinli olayları nedeniyle savcılık “iddianame”sinde adı geçen bir “paşa”mız hakkında “Daha da güçlü bir şekilde Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturacaktır” deyip hukuk düzeni, yargı bağımsızlığı falan filan iplemeyip kendi köşesinden şeyhülislam kılığında peşinen “fetva” verip bunun altını kendi “sabit” kalemiyle çizdiği gibi, bu kez de yine kendi meşrebine göre icat ettiği “Azınlık şımarıklığı” lafina bakılırsa; anlaşılan o ki, hemen her konuda teşhis koyup “reçete” yazmakta hayli mahir!

Dahası: Bir gün evvelki bu yazısıyla yetinmeyip ertesi gün bu kez de aynı konuya yine balıklama dalıp deoor ki;

“…Türkiye son 5-6 yılda insan hakları alanında bütün dünyayı şaşırtan reformları gerçekleştirdi. Bugün isteyen Kürtçe konuşuyor, Kürtçe öğrenebiliyor. Kimsenin şarkısına, türküsüne karışılmıyor. Belediyelerin maroken koltuklu lüks binaları ‘Kürt etiketli’ partilerden seçilen başkanların emrine verilmiş, insan bundan başka ne ister?”

Hadi bu sorulara bizatihi soruların kendi mantığı içinde cevap vermeye çalışalım:

Peki, muhterem hemşerim! İki gözüm, “Bütün dünyayı şaşırtan reformları gerçekleştirmek için” bunca yıldan beri acaba aklımız hangi çayırlarda otluoordu zo!”

Peki, muhterem biraderim! “Bugün isteyen Kürtçe konuşuyor, kimsenin şarkısına, türküsüne karışılmıyor” ise, e peki o zaman dünden bugüne değişen acaba ne, dün, evvelki gün, ondan bir evvelsinde bir tas ayranın içine kuru tandır ekmeklerini doğrayıp, iştahla kaşıkladıktan sonra karınları doyduğunda keyiflenip kendilerince “lo, loo, looo” diye çığıran insanların dillerine isot sürülüp varlıkları bile “kartlı kurtlu” hezeyanlarla inkâr edilirken, bugün bu insanların kendi türkülerini söyleyebilmeleri için hepsi de bu coğrafyanın halkı olanlar dağlarda, mayın tarlalarında didişip, kendi aralarında kıran kırana güreşip sonra da pisipisine otuz bin insanın “öte taraf”ı boylayıp Anadolu denen bu diyarda “ana”larının illa da gözyaşı döküp ağlaması mı gerekiyordu?

Ya da?..

“Ya da…” derken sözümüz henüz bitmedi paşam, devamı haftaya…

e-posta: mmargosyan@hotmail.com

Yorumlar kapatıldı.